Şevki YILMAZ

Şevki YILMAZ

 “Kentsel dönüşüm kadar, gençsel dönüşüme de ihtiyaç vardır.”

İKRA: Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul edip bize zaman ayırdığınız için İKRA Derneği, Dergimiz ve okuyucularımız adına teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyoruz. Söyleşimize genel bir soru ile başlamak istiyoruz; bir tarafta Allah’a kulluk için yaratılan insan ve bu kulluğun sergileneceği bir dünya gerçeği ve dolayısıyla bu gerçek çerçevesinde olması gereken bir dünya hayatı beklentisi var; diğer tarafta da bu beklenti ile örtüşmeyen isyan ve inkârla dolu mevcut dünya gerçeği var. Olması gereken ile olan arasındaki bu çelişkiyi ve farklılığı nasıl yorumlamak gerekir?

Şevki YILMAZ: Eûzübillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm. Yaratıcımız, yaşatıcımız, yöneticimiz olan Allah’ımıza hamd; başöğretmenimiz, önderimiz sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimize, O’nun izinden gidenlere ve hepinize salât ve selâm olsun. Öncelikle İKRA ve ekibine teşekkür ediyoruz. Bu din, nasihattır. Peygamberler, sohbet silahıyla, silahlı kuvvetleri yenen yiğitlerdir. Bizim silahımız sohbettir ve nasihattır. Devamlı sohbet galip gelmiştir. Savaş emriyle başlamıyor Kur’an; OKU emri ile başlıyor. Sonra nefsinle mücadele… Ve sevgiyi yaymak imandan önce geliyor. Sevgi ayetleri, Mekke-i Mükerreme’de inen ayetlerin başındadır. İman ayetleri ondan sonradır.

Yani Allah, önce kâinatı anlatarak sevgiyi oluşturuyor. Resmi gösteriyor, ressama âşık ediyor insanı. Bak, incele diyor Allah. “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız… derler.” (Âl-i İmran: 191). Onun için tefekkür ayetleri, tezekkür ayetleri, imandan önce gelmiş. İlk inen ayetlerde hep buna dikkat çekilmiştir: Özüne bakmaz mısın?... Parmak izine bakmaz mısın?... Ve’l-yenzuru’l-İnsânu ilâ taâmihi (insan yediklerine baksın)!... Fe’l-yenzuru’l-İnsânu mimmâ hulik (İnsan nasıl yaratıldığına baksın)!... Gözünü çevir de (kâinata) bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?... Göremezsin. O zaman bir daha bak, diyor Allah. “Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” Bu doğada, bu kâinatta, bu resimde bir hata yok!

Dünyaya esir mi olacağız? Dünyayı esir mi alacağız?

Sizin sorunuzun cevabı insanoğlunun karşı karşıya olduğu şu iki sorunun cevabında saklıdır: Dünyaya esir mi olacağız? Dünyayı esir mi alacağız? Peygamberler dünyaya esir olanları kurtarmak için geldiler. Çünkü dünyayı sevdiren Cenâb-ı Hakk’ın kendisidir. Neden dünyayı sevdirdi? “zuyyine li’n-nâsı hubbu’ş-şehevâti… (Nefsânî arzulara; kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılındı...)” (Âl-i İmrân: 14) ayeti bunu açıkça gösteriyor. Hiçbir hatip dünyayı kişiden nefret ettiremez. Evlere nefret et, villalara nefret et, denize, yazlığa, kışlığa… nefret et. Ettiremezsin. Neden? Çünkü bunlar fıtratımızda bize sevdirildi. Bunu Rabbimiz diyor. Altın sevdirildi, şehvet sevdirildi… Dünyadan nefret etseydik, sadece Allah’a kulluk edecektik; odadan, evden, mağaradan çıkmayacaktık. Hep Allah diyecektik. O zaman dünyaya geliş sebebi, yani imtihan ortadan kalkar. Allah sevgileri çok yarattı ki, vereni daha çok sevebilecek miyiz? Bu kadar sevgiyi aşa aşa kişinin Allah’ı sevmesi büyük bir imtihandır. Para sevgisi, mal sevgisi, makam sevgisi, diploma sevgisi, şehvet sevgisi, gıda sevgisi, doğa sevgisi… İmtihanımız çok çetin. Tek başına kazanılacak bir imtihan değil. Yüzlerce sevgiyi aşacaksın ve zirveye Allah sevgisini koyacaksın. İşte dünya hayatı eskiden de aynıydı, bugün de aynı. Değişmedi. Çünkü talebeler değişiyor, ama okul değişmiyor. Yüz sene evvelki talebeler dünyada yok şu anda. Ama dünya okulu, dünya okulunun dersleri değişmiyor. Dünyanın sahibini mi çok seveceğiz, yoksa dünyayı mı? Yani az önce söylediğim gibi dünyayı esir mi alacağız, yoksa dünyaya, paraya, mala, mülke esir mi, köle mi olacağız?

İşte Peygamberler bu sevgi ayarını yapan rektefe ustalarıdır. Merhamet ayarını yapan rektefe ustalarıdır. Yeryüzünde İslâm’dan başka bu sevgi ayarını yapacak hiçbir nizam, sistem mevcut değildir. İşte batı! Allah’ı çok sevseydi, insanı kâinattan çok sevseydi, bu işgalleri yapabilir miydi? Petrol için insan öldürebilir miydi? Mümkün değil. Dolayısıyla dünya dün de aynıydı, bugün de.

Hicretin biteceği yer, yeniden dirilme zamanıdır

Dünyada cennet aramayın. Öyle olsaydı cennetten gelmezdik. Elbette ki dünyadaki hayatımızda mutlu olsun, cennete benzesin; bu manada söylemiyorum. Ama bizi bekleyen cennete baktığınızda buradaki cennet zindan gözüküyor. Bu dünyadaki zindanlar, çileler, sıkıntılar da âhiretin cehennemi karşısında cennet gözüküyor. İşte bu kulları uyarmak hepimizin görevidir. Dünyaya kalmak için gelmedik ki! Dünya bizim göç yurdumuz. Ana karnı göç yurdumuzdur, kabir göç yurdumuzdur. Hicretin biteceği yer, yeniden dirilme zamanıdır. Hicret dirilmeyle biter ve ondan sonra hicret yoktur. İnanmayanlar, sevgi ayarını yanlış yapanlar, dünyaya hicret etmek isteyeceklerdir. Tekrar dünyaya dönebilmek için Allah’a yalvaracaklardır. Rabbim bizi onlardan etmesin. Allah’a yalvaracaklar, cezaevi genel müdürü veya bakanı olan Malik’e diyecekler ki: Hayatımızı boşuna harcadık, ne olur, Allah’a söyle de ölümü bize yazsın tekrar. Ve şöyle yakınacaklar: Yâ leytenî kaddemtü lihayatî (Keşke bu hayatım için (dünyadayken) bir şeyler yapıp gönderseydim). (Fecr suresi: 24). Yani dünyaya gelmeyi çok arzu edecekler. İçinde bulundukları durumdan kurtulmak için dünya dolusu altın vermek isteyecekler. Ama ayet-i kerime artık onların bu isteklerinin kabul edilmeyeceğini haber veriyor: “Gerçekten inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi kabul edilmeyecektir…”  (Âl-i İmran: 91)

Dünya, alçak demektir; küçük olması, aldatıcı olması sebebiyle. Toprağa girdiğinde alçak diyor insan dünyaya. Sana aldandım, senin süsüne, senin ormanına, kışına, yazına meyvene… kandım; onların yüzünden Allah’a kulluğu unuttum, şimdi beni yemeye başladın alçak diyor.

Devletleri ayakta tutacak şey âhiret imanının kuvvetlenmesidir. Âhiret imanını başaramayan iktidarlar sadece Allah’a isyanı artırmaktan başka bir şeye yaramazlar. Yani Allah’a isyan eden topluluğu artırırlar. Allah diyor bunu ayet-i kerimede: “Kellâ inne’l-insâne leyatğa,
en reâhu’s-tağna (Hayır, insan kendini yeterli gördüğünde mutlaka azgınlık eder).”
(Alak suresi: 6-7). Yani kontrolsüz insan zengin oldu mu azar, diyor Allah. Makamın esiri olan bakanı da azar, mebusu da azar. İnsan aynı zamanda nankördür, doyuramazsın insanı. İmtihandır bu, insan fıtraten nankördür. Tabi, bunu herkes için demiyor, Allah, lâm-ı tarif gelmiş, imtihanı kaybedenler için diyor. Yani otuz sene eve taşı, bir gün taşıma, hanım der ki, senin ne iyiliğini gördüm ki. Erkek de kadına der. Hanım yanlış bir şey yaptığı zaman veya bir isteğini yerine getirmediği zaman senin ne iyiliğini gördüm ki der. Çoluk çocuğunu yetiştirirsin evlendiği gün nankörlüğü başlar. İnsanın fıtratında var nankörlük. Rabbine nankör olan insan, sana bana nankör olmaz mı?

 İslâm dengeli hayatı esas alır

Onun için İslâm dengeli hayatı esas alır. Bu dengeli hayatın yeniden kurulması lazım. Dünya hayatı dengesini kaybetmiştir. Neden? Çünkü dünyanın nöbeti, dengeyi bozanlara verilmiştir. Eski dünyada denge, zalimlere haddini bildirenlerce sağlanıyordu. Ona halife diyorsunuz işte. Halife kim şimdi? Çakallar, kurtlar. Roma merkezli dünyada adalet olur mu? Mümkün mü? Ama İstanbul merkezli dünyada adalet sağlanıyordu. Onun için sorunuzun cevabı olarak söylüyorum, Müslümanlar tarafından dünya nöbeti terk edileli dünyanın dengesi bozuldu. Sıkıntı bu. Biz yaraları pansumanla uğraşıyoruz. Bu cinsi sapıklıkların çoğalması, hırsızlığın, yolsuzluğun, arsızlığın çoğalması, savaşların çoğalması… Hepsinin temeli dünya nöbetinin terk edilmesi hadisesidir. Allah, mü’mini halife yapacağım demedi. Deseydi dünya nöbetini mü’minden başkası alamazdı. Ama insanı halife yapacağım diyor.

Halifelik, emanet etmek demek; yani dünyanın yönetimine Allah adına gelecek. Kim bu insan? İnsanın kafiri de nankörü de var, mü’mini de var. Demek ki bazı dönemlerde gafletimiz sebebiyle dünya nöbetini çakallara kaptırabiliriz. Ne diyor Rabbimiz? Dünya nöbetini bunlara kaptırdığın zaman üç belayı bekleyin. Mucize ayet bunlar. Bakara süresi 204 ve  205. “Bazı kimseler var ki, dünya hayatına dâir sözleri senin hoşuna gider. Üstelik o, pek azılı bir düşman olduğu halde kalbindekine, sözünün özüne uygunluğuna Allah’ı da şâhit tutar. Arkasını dönüp gidince veya bir işin başına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ürünleri ve nesilleri yok etmek için koşturur durur. Oysa Allah, bozgunculuğu asla sevmez.” Yani ne yaparmış bunlar? “Liyüfside fihâ” dünyada bozgunculuk yaparlar, terör estirirler. Ve “yühlike’l-harse” ekininizi bozarlar, ekonominizi bozarlar, en verimli toprakların sahipleri en aç kimseler olur. Bir başka manası kültürünüzü bozarlar. Başka ne yapar bu dünya nöbetine gelen nankörler? Nesli bozarlar.

İşte bugün en büyük sıkıntımız bu, neslimizi bozarlar. Bu yirminci, yirmibirinci asır, asırların en şanssızıdır. Çünkü dünya nöbeti bizde değil, zalimlerin elindedir. Bu hatalar, bu ihanetler, bütün bu bela ve musibetlerin sorumlusu, nöbeti Müslümanlardan alan bu hainlerdir. Komünist cenah da sorumludur, kapitalist cenah da sorumludur, sosyalist cenah da sorumludur. Ama müsebbibi biz Müslümanlarız.

İKRA: Hocam sorumuza çok doyurucu, meselenin asıl sebeplerine işaret eden ve temel noktalara dikkat çeken bir cevap verdiniz, Allah razı olsun. Aslında bu cevap, sormak istediğimiz bazı soruların cevaplarını da içeriyor. Şöyle bir soruyla devam edelim: Söylediğiniz gibi bu dünya okulu hep aynı, ama öğrenciler değişiyor. Dikkat edildiğinde öğrencilerin genelde hep aynı bahane ve sebeplerle bu okuldaki görevlerini yerine getirmediğini, yani kulluk görevinden saptığını gözlemliyoruz. Aynı şekilde Müslümanların da zaman zaman büyük savruluşlar yaşadığına şahit oluyoruz. Sanıyorum günümüz için de böyle bir savruluştan söz edilebilir. Örneğin ülkemiz açısından konuşursak Müslümanlar olarak çok zor dönemlerden geçtik ve değerlerimize sahip çıkmak adına büyük bedeller ödedik. Ama şimdi nispeten rahat bir ortamda o değerlerden adeta kendimiz feragat ediyoruz, uzaklaşıyoruz. Müslümanlar olarak niçin bu kadar savruluyoruz, bunun önüne geçmek için nelere dikkat edilmesi, neler yapılması gerekir?   

Ş. YILMAZ: Başta söyledim, bizim ilacımız sohbet. Sohbetlerin terk edilmesi. Oku emrine uyulmaması, maalesef bu hastalıkların ana sebebidir. Hepimizin nasihate, tebliğe, davete ihtiyacı var. Kimilerine davet, tebliğ yapılır, imanı olmayanlara; ama bir de nasihat var değil mi? Nasihat kime yapılır? İnanmış olan insanlara. İnsan nefsi zikzaklıdır. Bazen inanır, ama aynı nefis sonra inkâr eder. Aynı nefsi terbiye etmezseniz nifâk ehli olur. İnsanın en büyük düşmanı ne Amerika, ne Rusya, ne siyonistlerdir. İnsanın en büyük düşmanı nefsidir ve şeytandır. Şeytan küçük düşmandır, nefisten büyük bir düşman yok. Nefis ne ile terbiye olur? Silahla değil, sohbetle. Nefs-i emmâre diyor Kur’an-ı Kerim buna. Yani bu haldeki insan aklın emrinde değil nefsin emrindedir.

Vücut arabasını akıl mı sürecek, nefis mi sürecek?

Bu vücut arabasını kim sürecek, sorun bu. Karar veremiyorlar; nefis mi sürecek, akıl mı sürecek? Akıl sürerse neye göre sürecek? Akıl, ilmin kendisi değil. Akıl, dine göre sürecek. Kavga da bu. Adem aleyhisselâm ilk hatayı yaptı; aklın emrinden çıktı nefsin emrine girdi. Onun için Rabbine yalvarırken şeytana uyduk demiyor, nefsimize uyduk diyor. “Rabbenâ zalemnâ enfusenâ…” (A’raf suresi: 23). Halbuki şeytana uyduk diye yalvarması lazım; ama şeytanın hiçbir gücü yok nefsini kontrol edenlere. Onun için nefsimize uyduk ya Rabbi, bizi bağışlamazsan biz mahvoluruz, diyor. Peygamberimiz (sav) her gün defalarca şu duayı yapardı: “Allah’ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimle baş başa bırakma.” Şeyhi, şeytan yapabiliyor nefis. Benim yarın ne olacağımı kim garanti edebilir. Onun için kişi nefsi ile savaş halindedir.

Bir devleti dış düşman yıkamaz, iç düşman yataklık yapmadıkça. Vücut devletini de şeytan yıkamaz, nefis şeytana yataklık yapmadıkça. Bakın, Allah razı olsun iktidarımız çok devasa hizmetler yaptı. Sivil toplum örgütlerinin, tarikatların, cemaatlerin bugün mazeret dönemi de bitmiştir. Neden? Bu nasihatleri yapmak önceden suçtu. Adam öldürmekten bile tehlikeli suçtu. Çünkü emperyalistler sohbet ehlinden korkarlar; çünkü onların oyununu sohbet bozar. Şimdi sohbetin önü açıldı, yapan yok. Yapan var, giden yok. Tam bir gevşeklik var. Onun için geçende şunu söyledik, her Salı akşamı AKİT TV’de canlı olarak çıktığımız Milli Diriliş programında: Şehirleri imar etmeniz yetmiyor; gençleri mamur etmezseniz, o imar ettiğiniz şehirleri kendi gençleriniz harabe haline çevirir.

Memleketleri parasızlık değil, ahlâksızlık yıkar

Memleketleri parasızlık yıkmaz diyor ilim ehli, memleketleri parasızlık değil ahlâksızlık yıkar. Yani kentsel dönüşüm kadar, gençsel dönüşüme de ihtiyacı var Türkiye’nin. İktidar kentsel dönüşümü başardı, gençsel dönüşümde sınıfta kaldı. Bu Tayyip Bey’in de derdi, biliyorum. İçi yanıyor. On küsur sene evvel bir sabah kahvaltısında karma eğitimle ilgili konuşmuştuk. Bu ülkenin en büyük belası karma eğitimdir, dedi. Şaşırdım. Bu dedi, dünya insanlığının belasıdır. Milli Eğitim Bakanı’na talimat vermesine rağmen, kaç Milli Eğitim Bakanı geçti, hala karma eğitimde direniyorlar. Kızla erkeğin bir arada okuması bir felakettir. Şimdi biz bunu başlatacağız dedi, ama o kuduracak olan nankör toplum var ya, Rabbine nankör olan… Gerçi bunlar hasta toplum, hastaya kızılmaz. Biz onlara kızmıyoruz, acıyoruz. Bizim kızdığımız bünyedeki mikroptur. Şirk mikrobu, inkâr mikrobu, gaflet mikrobu. Aslında onların bizi çok sevmesi lazım, onlara yumruk atmıyoruz, el atıyoruz. Elimize ellerini verseler… Bir derdimiz var. Bu dergileri niye çıkarıyorsunuz? Bu dernekleri niye kuruyorsunuz? Başkaları da gelsin, İslâm’ın bahçesinde onlar da mutlu olsunlar diye.

Başkalarını düşünmek merhamettir, bu imanımızın gereğidir. Allah merhamet sahibidir. Rahmeten li’l-âlemîn / âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah merhamet sahibidir. O’nun (sav) izinden giden mü’minler de merhametli olur. Onun için biz evde oturamıyoruz, tatil yapamıyoruz. Derdimiz bu, yangını söndürmeye koşmak. Bu bizim Allah’a sevgimizin ve yarattıklarına merhametimizin gereğidir. Sılayı rahim diyor; ne demek? Merhamet buluşması. Kim yapar bu buluşmayı? Anayı babayı, akrabayı ziyaret eden merhametliler. Parayı seversen gitmezsin. Şimdi masraf mı edeceğim anamı babamı görmek için dersin. Onun için biz diyoruz ki, gençsel dönüşümü bir an önce başlatın. Sandıkta seçmeni eliyle gelen iktidar, yine sandıkta seçmeni eliyle gidecek endişem var. Buna sebep olan belalardan biri de bu karma eğitimdir. Melek mi bu çocuklar ya? Yaşı ne olursa olsun. Erkekle kızın lisede, ortaokulda bir arada durması hangi nefsin tahammül edeceği bir olaydır. İKRA bir gün bunu başlık atmalı, karma eğitim istemiyoruz, diye. Bütün STK’ların cihadı bu olmalı. Karma eğitimi önlemelisiniz.

Diğer taraftan okul kitapları zaten materyalist yetiştiriyor, hala değiştirilmemiş. Darvinizmi kaldırdılar, ama öğretmenin kafasından kaldıramadık. Sebep ne? Sebep, öğretmeni seçerek almamak. Öğretmeni kurayla almayın diye yalvardık. Bu bir felakettir. Hakimi kurayla almıyor, savcıyı almıyor, doktoru almıyor, doğru. Neden öğretmeni rastgele alıyorsun? Bu bir oyun, siyonist oyunu bu. Bunu dedik, dedik, dedik… İşte Allah razı olsun, Tayyip Erdoğan kardeşim 15 Temmuz’dan sonra seçerek alınacak dedi. Sevindik, ama mülakatlar sulandırıldı. Tamam mülakat var, ama nasıl mülakat? Tayyip Bey’i aldatma mülakatı. Mülakatta allâmeyi cihan olsan alacağın puan nedir? KPSS’de aldığın puan. O zaman niye çağırıyorsun, dalga mı geçiyorsun öğretmen adaylarıyla. 80 puan varsa mülakatta 80 alacak diyor. Bu bir oyun işte. Sorunuza cevap bu.

Medine’de ilk kurulan câmi, ikinci kurulan okuldur

İnsanlar nerde yetişir? Okulda. İlk kurulan câmidir, ikinci kurulan okuldur Medine-i Münevvere’de. Üçüncü kurulan fuardır, ticaret fuarı. Düşmanlar buralarda güçlü oldukları zaman dünyada güçlü olurlar. Medeniyetler câminin, mâbedin etrafında büyür. Mâbetle beraber okul.  Mevlâna’nın çok güzel bir sözü var, şöyle diyor: İnsan yetiştirme, insanı yetiştirecek insan yetiştir.  Evet, öğretmen okulları özel olmalı, özel kişiler alınmalı. Daha liseden itibaren o çocuklar öğretmen olacak kapasiteye, ehliyete, liyakate sahip mi, değil mi diye araştırılmalı. Rastgele KPSS sonuçlarıyla öğretmenlik olmaz. Öğretmenin maaşı da vali maaşı gibi olmalı. İlim ehli Osmanlı’da buydu. İkinci iş aramamalı. Vakit öğretmenleriyle bunu yapamazsınız; vakıf öğretmenleriyle bu inkılabı yapar, bu gençsel dönüşümü sağlarsınız.   

İKRA: Hocam insanın yetişmesine, gençsel dönüşüme vurgu yaptınız ve çok önemli hususlara dikkat çektiniz. Tabi konu insanın yetişmesi ve eğitim olunca işin en önemli parçalarından biri de aile oluyor. Bu hususta ailelerin nelere dikkat etmesi, nasıl bir yol tutması gerekiyor? Zira bazı aileler, çocuklarının yetişmesi noktasında hiçbir gayret göstermezken, bu konuda gayretli olan çoğu ailenin önceliği de çocuklarının dünyasını kurtarmaya dönük oluyor. Siz çocuklarımızı yetiştirmemiz konusunda neler tavsiye edersiniz?

Ş. YILMAZ: Saldım çayıra Mevlam kayıra tipi ailelerimiz var, bunlar hiçbir zaman mutlu olamazlar. Çocuğuna sahip çıkmayan, çocuğunun dünyevi ve uhrevi geleceğini düşünmeyen sorumsuz aileler, kendileriyle birlikte çoluk çocuğunu da perişan ediyorlar. Yani Ebu Cehillerin gömdüğü kız, Firavunların öldürdüğü erkek çocuk, bizim sorumsuz ailelerin çocuklarından çok daha şanslıdır. O anne baba o zaman görecek; keşke beni Ebu Cehil gömseydi diyecek ahiretin o büyük mahkemesinde. Neden? Diri diri gömülen kız cennete gitti sorgusuz sualsiz. Firavunun kestiği de cennete gitti. Ya bugünkü ana baba, bugünkü devletler, iktidarlar? Hem erkeğin, hem kızın geleceğini öldürüyorlar. Bu çocuklar doğuştan esrarkeş mi doğuyor, eroinman mı doğuyor, sigarakolik mi doğuyor? Yoo, günahsız, bomboş. Çocuğun üç şeyi boştur; insanın üç şeyini Allah boş yarattı. Nedir onlar? Akıl dağarcığı, midesi ve kalbi.

Buralar neyle dolacak? Ana baba ve devlet buna karar veriyor. Onun için devlet dinlere aynı mesafededir derse, ailelere bu felaketi yaşatır, kendi de intihar eder. Bu yanlışı arkadaşlarımıza söyletiyorlar. Devlet dinlere aynı mesafede demek firavuni bir oyundur, yezidi bir oyundur. Devlet dinlere mesafeli durmaz. Devlet İslâm dininin getirdiği ilkelerin yaşatılması için görevlidir. Devletin anayasal görevi vardır Kur’an anayasamızda; hatta buradaki maddelerin birçoğu da Kur’an’dan alınmış oluyor. Ne diyor Anayasa? Devlet vatandaşın, gençliğin ahlâkını koruyacak. Malını koruyacak, canını koruyacak… Anayasada yazmış, ama uygulamaya bakın maalesef tam bir sorumsuz nesil yetiştiriliyor. Yani bu işi sadece devlete atmak da, ana baba olarak sorumluluğu başkasına yükleme tembelliğidir. Çünkü evladın ilk öğretmeni ana babadır ve sorumludur.

Güçlü devletler, temeli sağlam ailelere dayanır

Devlet dediğin ailelerden meydana geliyor; aile çökerse devlet çöker. Tarihçi sosyolog İbni Haldun boşuna dememiş; güçlü devletler, güçlü milletlerden, güçlü milletler de temeli sağlam ailelerden meydana geliyor, diye. Üç şeyin şakası da ciddidir buyuruyor Efendimiz (sav). Bu üç şeyin şakası olmaz, tiyatrosu olmaz, bunlarla dalga geçilemez. Nedir bunlar? İman, nikâh ve talak. İmanın şakası olmaz; Allah ve Resulü tartışılamaz. Allah ve Resulünü tartışma özgürlüğü yok mü’minin. Müşrik tartışır; dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Ama iman eden kişi artık Allah’ın gönderdiği hükümleri, helalleri haramları tartışamaz. Allah öyle diyor: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur…” (Ahzab suresi: 36). 

İmandan sonra ikinci müessese ailedir. Nikâhın şakası yok diyor Allah’ın Resulü. Altı ay gezelim, flört yapalım, beğenirsek evlenelim… Bu dinde böyle bir ahlâksızlık yok. Üçüncüsü yine aile. Boşanmanın şakası yok. Kadın oyuncak değil. Aileye bu kadar önem veren bir dinin müntesipleriyiz. Savaşlarda bizi yıkamayanlar, ailede bizi çökertmeye çalışıyor. Bunun en büyük etkisi televizyondur, medyadır, sosyal medyadır. Anne baba bunları kontrol altına alamazsa evine atom koymuş demektir. Evi bombalanan yuvalarda ölen çocukların katillerinden daha fazla sorumludur bu anne babalar ve daha zalimdir. Suriye’de bomba altında yıkılan evde ölen çocuklar, anne baba şehit oldular. Ya bizim evimiz, bizim evlerimiz de bombalanıyor. Bombalanmıyor mu? Biz zâhiri bombaları görüyoruz, ama kendi ellerimizle koyduğumuz bâtıni bombaların farkında değiliz. Televizyon, fitnevizyon ve kanalizasyona dönmüştür. Dizilerin hepsi bilinçlidir. Yahudi bütün dünyayı esir etmeye yemin etmiş. Neyle esir alacak 14 milyonluk nüfusuyla? Survivor gibi programlarla. Kendine yasak edecek, diğer bütün ülkelere bunu, hem de satarak izletecek. İnsanlara ahlâksızlığı, arkadan vurmayı, kalleşliği öğretecek. Zinayı yaygınlaştıracak. Bu dizi filmler maalesef bizi diz üstü çökertti. Aklımıza başımıza alacağız. Bunun bir de ahiretteki sorumluluğu var.

Kadına şiddeti önleme söylemi bir ambalajdır

Diğer taraftan Konstantiniyye sözleşmesi zaten yanan ailelere tam bir benzin olmuştur. Tayyip Bey de bunun yanlışlığını görmüştür, ama görmek yetmiyor. Buna İstanbul sözleşmesi demek, İstanbul’a en büyük hakarettir. İstanbul sözleşmesinde öyle lûtilik olmaz, cinsi sapıklık olmaz. Bu bir dinamittir. Hıristiyan olmasına rağmen birçok ülke bunun zararlarını görerek anlaşmaya imza atmamış, atanlardan da çıkanlar olmuştur. Bu sözleşme, güzel sözlerle ambalajlanmış bir bombadır. Ambalajı güzel; kadına şiddeti önleme. Sözleşmeye karşı geleni, kadına şiddete taraftar gösteriyor ahlâksızlar. Biz kadına şiddetin önlenmesini, kadını döven, kadını linç eden, ikiyüz sene  evveline kadar kadını kiliseye sokmayan, mirastan mahrum eden batıdan mı öğreneceğiz? Kadın şeytandır sözü nerden geldi bize? Açın Avrupa’nın hukuk kitaplarını okuyun; mâbede giremez, kadın şeytandır, diyordu hıristiyanlar. Bunlardan mı kadın hakkı öğreneceğiz? Altın bile yasaktı Rönesans’a kadar; erkek takar kadın takamazdı. Bu gün belediye nikâhlarında ilk kadına sorulması İslâm’dan alınmıştır; batı İslâm’dan aldı bunu. Yoksa kadına zaten sorulmazdı; erkek aldı mı aldı, mal gibiydi. Şimdi kadın evet demedikçe nikâh başlamıyor. Batıdan geldiğini zannediyorsunuz, hayır. İslâm’dan batıya geçti, batıdan bize geldi. Biz kadını korumayı, kadının fabrikada yanışını kadınlar günü olarak kutlayan ahmaklardan mı öğreneceğiz kadın haklarını. Bizim için kadınlar günümüz onun diri diri gömülmekten kurtarıldığı gündür ondört asır evvel. Onun için bu hükümet bu sözleşmeyi süratle çöpe atmalıdır. Bütün STK’lar hükümete yardımcı olmalıdır.

Aileyi dinamitleyen, yıkılmasını teşvik eden daha bir sürü şey var. Süresiz nafaka, kadının tek taraflı şahitliği yeterlidir gibi şeylerin hepsi maalesef bizim aile yapımızı yok eden bilinçli projelerdir ve planlıdır. Bunlardan acele, başta iktidarın dönmesi lazım, tevbe etmesi lazım. Bu adaletsizliği süratle ortadan kaldırması lazım ki aile yapımız yeniden eski temeller üzere otursun.    

İKRA: Hocam bir sorumuz da sizinle ilgili olsun istiyoruz. Bir dönem bu davanın en aktif kişilerinden, en güçlü seslerinden biriydiniz. Şu anda neler yapıyorsunuz? Bize biraz hizmetlerinizden bahsedebilir misiniz?

Ş. YILMAZ: Yurt dışındaki hicretimizden dönüp geldiğimiz günden beri eğitime devam ediyoruz. Çünkü bu işin ilacı İKRA’dır, OKU’dur. İlk emirdir. Ulema der ki, “Ey iman edenler!” hitabıyla başlayan her ayetin başında İKRA/OKU vardır. Yani namazı kıl, ama önce oku, nasıl kılacaksın. Oruç tutacaksın, ama önce oku, nasıl tutacaksın. Örtüneceksin, ama niçin örtüneceksin, önce tesettürü oku. Faizden niye kaçayım, önce bu belayı oku. Bizim hayatımız yaşamak için okumakla geçecek. Onun için okumayı hiç terk etmedik. Rize’de belediye başkanı olduğumuzda, iki otobüs gelip durdu. İlk yıllardı, 1994 yılı Nisan ayıydı yanılmıyorsam. İçi çocuk dolu, MGV’den. Başlarında da MGV’den bir öğretmen. Elinde de MGV başkanının bir mektubu. Hocam bu çocuklar Hakkari’nin yetim fakir çocukları. Ya okut, ya kandile gönder. Ağladım. Nasıl gönderirsin? Rizeliler bilir, o gün Rize’nin merkezinde iki oteli tuttuk, hepsini oraya yerleştirdik. Dokuz ay orada kaldılar, terör dağına göndermedik onları. Daha nicelerini orada okuttuk. Vakıf çalışmalarımızın temeli o hikaye ile başladı. Yedi sene Avrupa hicretinden sonra döndüğümüzde ilme devam kararı aldık, okutmaya, nesil yetiştirmeye devam dedik.

 Vücuda yarayan ilimler, ruha ve gönle yarayan ilimler

Türkiye’nin değişik yerlerini geziyoruz; gittiğimiz yerlerde boynuma bir genç sarılıyor, tanımıyorum tabi, nereden tanıyayım? Kandile göndermediğin savcı diyor, hakim diyor, kaymakam, öğretmen diyor. İşte eğitim kadar, ilim kadar ilaç yok. Hemen okulları açtık vakıf bünyesinde (MİKAV Manevi ve İktisadi Kalkınma Vakfı), Kocaeli’de Nadide Okulları. İslâmi ilimlerle birlikte diğer ilimler de okutuluyor. İlimleri müsbet ilim diye ayırmak İslâm’a en büyük hakarettir. Müsbet ilim dedin mi fıkıh, kelâm menfi olur. İlimler ikidir; manevi ilimler, maddi ilimler. Her ikisi de lazım. Yani vücuda yarayan ilimler, ruha ve gönle yarayan ilimler. Fıkıh, ahlâk dersi, siyer, Kur’an eğitimi… hepsi gönle yarayan ilaçlardır. Ama aç insan olmaz, yaşayamaz, kulluk yapamaz, işte onları da diğer ilimler yoluyla sağlıyoruz. Bu iki ilimde okullarımızda zirvede. Hem ilçede, hem ilde çok güzel bir noktadayız. Yaz kurslarıyla bin küsur talebeye hitap ediyoruz. Anaokullarımız, İlkokulumuz, Ortaokulumuz ve Hafızlık Proje İmam Hatip Lisemizle. Diyanet ve Milli Eğitim ile müşterek olarak nesil yetiştirmeye çalışıyoruz.

Bu arada Avrupa’da başladığımız sosyal medya çalışmalarımıza hiç ara vermedik. Hicretimize sebep olanlar bizi hapse atmak istemediler; onların hapse atmak istedikleri Şevki Yılmaz değil, sohbetlerimizdi. Sohbetleri hapse atmamak için hicret ettim. Orada sohbetlere devam etmek gerekiyordu, habervakti.com’u kurduk. Sonra da birileri m harfi ekleyerek habervaktim.com’u kurdu bizim önümüzü kesmek için. Bunlar Fetö’den içeriye girdiler. Biz kurduğumuz siteyi güçlendirmeye devam ediyoruz. Çünkü artık toplumun etkilendiği yerler okullar, üniversiteler falan değil, sosyal medya olmuştur. Oralarda çok zayıfız; STK’lar olarak, iktidar olarak. O sahada hizmete devam ediyoruz. Ayrıca Salı akşamları AKİT TV’de sohbetlerimiz sürüyor. Bazen önemli günlerde sosyal medya hesaplarımızdan da sohbet ediyoruz.  “Va’bud Rabbeke hattâ ye’tiyeke’l-yakîn / Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (Hicri suresi: 99). Emeklilik ölünce geliyormuş. Son nefese kadar yola devam diyor Allah. O yolu doldurmaya çalışıyoruz.        

İKRA: Hocam İKRA Derneği olarak OKU emrini yerine getirmeye önceleyen bir çalışma yürütüyoruz. Sizi de Derneğimizde misafir etmiştik, sohbetinizden ve tavsiyelerinizden istifade etmiştik. Son olarak okuyuculara ve Dernekte bu hizmeti yürütenlere ne mesaj vermek istersiniz?

Ş. YILMAZ: Ayrılıkta azap vardır; sohbet halkalarını kuvvetlendirsinler, gevşemesinler. Çünkü bizi kimse yiyemez, biz birbirimizi yemedikçe. Her gün namazda “iyyâke e’budu” (yalnızca sana kulluk ederim) demiyoruz. Neden? “İyyâke ne’budu” (yalnızca sana kulluk ederiz) diyoruz. Halbuki namaz kılarken “iyyâke e’budu” yani sana kulluk ederim demem lazım. Ama “ederiz” deyin diyor Allah. Sebep ne? “Yalnız sana güvenirim, senden yardım beklerim” dedirtmiyor. “Güveniriz, bekleriz” dememizi buyuruyor. Asr  suresi de öyle. “Asra (ikindi vaktine) yemin olsun ki, insan gerçekten ziyandadır. Ancak îmân edenler, sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Kaybedenler, zararda olanlar için insanlar kaybetti demiyor; insan kaybetti diyor. Tek gelmiş, tekil. Peki kim kazanmış? Beraber iman edenler. Tek başınıza Allah’a kulluk edemezsiniz diyor Allah. İşte bu cemiyetler, bu dernekler, bu teşkilatlar bunu sağlıyor. Neden? Çünkü yeryüzü canavarları tek başınıza sizi yener. O zaman Allah’ın istediği gibi Müslüman olmaktan çıkar, Amerika’nın, Avrupa’nın müsaadesi kadar Müslüman olursunuz. Allah’ın isteği gibi Müslüman olmak istiyorsanız “iyyâke e’budu” değil, “iyyâke ne’budu” diyeceksiniz. Birlikte, bölmek için değil birleştirmek için bu cemiyetlerde, bu teşkilatlarda olmaya mecburuz. Çünkü namussuzlar kadar namuslular cesur olmazsa o ülkeyi bir avuç namussuzlar yönetir. Onlara dikkat edeceğiz.

Bugünlere az mücadelelerle gelmedik. Bugün Tayyip Erdoğan kardeşim ve ekibi iktidardaysa, bunda asırların, bakın asır demiyorum, mücadelesi var, birikimleri var, bedeli var. Şimdi gevşeyip de Cenabı Hak azabı getirmesin istiyorum. Yani şükretmezsek yeniden alır bu nimetleri. Birlik olacağız, kardeş olacağız. Allah inşallah bu ülkeyi, hepimizi kısa zamanda yeryüzü nöbetine getirtecek gücü bize iade etsin. İlimle, iktisatla, ihsanla, infâkla, ihlâsla bu güce bizi ulaştırsın inşallah.

İKRA: Hocam çok güzel bir söyleşi oldu; verdiğiniz bilgiler ve yaptığınız çok kıymetli tavsiyelerden dolayı Derneğimiz ve okuyucularımız adına tekrar teşekkür ederiz.

Ş. YILMAZ: Ben de böyle güzel bir çalışmayı yürüttüğünüz için Allah’tan sizlere muvaffakiyetler diliyorum, birlik ve beraberlik içinde hizmetlerinize devam edin inşallah.

 

 

Röportaj: Halil KENDİR – Erdoğan AYDIN