Prof. Dr. Rahmi YARAN (İstanbul Eski İl Müftüsü)
Hocam, öncelikle röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için Derneğimiz ve Dergimiz adına teşekkür ediyoruz. Bu söyleşide sizinle birçok şeyi konuşmak istiyoruz. İstanbul gibi bir metropolün müftüsü olmanız nedeniyle şöyle bir soruyla başlayalım: İstanbul’da hayatın her alanında bir yoğunluk var. Dini hizmetler alanında da bu yoğunluğu hissediyor musunuz?
Öncelikle teşekkür ediyorum. Derginize ve derneğinize başarılar diliyorum. Allah hayırlı hizmetlerde yardımcınız olsun. İstanbul genelde nüfus yoğunluğu öne çıkarılarak anlatılır, ama aslında İstanbul, nüfus yoğunluğu haricinde ilim yoğunluğu, kültür yoğunluğu, irfan yoğunluğu olan bir şehrimizdir. Dolayısıyla burada beklenen hizmetler hayli fazladır.
Bunların bir kısmı sivil toplum kuruluşları veya gönüllüler tarafından yapılmaktadır. Bir kısmı da DİB’in bir şubesi olarak müftülüğümüz tarafından deruhte edilmektedir. Belki sonraki sorularınızda bunların detaylarını soracaksınız ama bu hizmetleri şöyle bir genelleyecek olursak; eğitim hizmetleri, irşad hizmetleri, hac ve umre hizmetleri önemli bir yer tutar, müftülüğümüzün yürüttüğü hizmetler arasında.
Diğer taraftan Türkiye’nin dünyadaki imajı her geçen yıl artmaktadır, dünya Türkiye’yi daha yakından takip ediyor. Türkiye’den ve buna bağlı olarak DİB’den beklentiler de artıyor. Bu manada İstanbul Müftülüğümüzün de yurt dışındaki Müslümanlarla yakın ilişkileri vardır.
Dergimizin bu sayısının kapak konusu “zaman”. Zamanın önemi ve nasıl değerlendirilmesi konusunda da sorularımız olacak, ama önce içinde yaşadığımız zamanı, ülkemiz ve dünya ölçeğinde, din ve dini yaşam açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zamanı daima bir fırsat olarak görmek lazım ve dünya hayatıyla asıl hayatın bitmediğini, ahiret hayatının mutlaka olacağını ve genelde insanın, özelde ise Müslümanın bir misyonunun olduğunu, olması gerektiğini akıldan çıkarmamak lazım. Böyle baktığımız zaman mevcut imkânları iyi değerlendirmek lazım. Müslümanın, bulunduğu zaman ne kadar olumsuz olursa olsun mutlaka yapacağı şeyler vardır.
Günümüzde fırsat açısından da, imkân açısından da olumluluk içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Ancak bu, rehavet sebebi olmalıdır. Allah’a, bize sunduğu imkânlardan dolayı şükrederiz, ama bu şükrün gereği olarak da, mademki iyi bir dinimiz olduğuna, iyi bir inanç sistemimiz olduğuna inanıyoruz; bunun, bu sistemin, bu dinin, dünya tarafından da anlaşılması için gayret göstermemiz gerekir. Üslubumuz daima kimseyi rahatsız etmeyecek, düşünen beyinlere hitap edecek kıvamda olmalıdır.
Günümüzde genel olarak dünyada, özel olarak da ülkemizde ve İslam aleminde zamanın kıymeti ne ölçüde biliniyor?
Bu soruyu bütün insanları kapsayacak şekilde cevaplamak zordur. Zamanı iyi değerlendiren insanlar geçmişte de olmuştur, gelecekte de olacaktır. Bunun yanında değerlendiremeyenler de vardır. Bunu zaten Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde; “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu konuda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” buyurarak ifade etmiştir. Tabii buradaki “boş zaman” ifadesini, “değerlendirmeye müsait zaman” olarak anlamalıyız. Çünkü bazen öyle zamanlar var ki, bir işin o zaman diliminde mutlaka yapılması gerekiyor. Bir işin mutlaka yapılması gereken zamanların dışındaki zaman dilimleri de boş zamanlar değil, değerlendirilmesi gereken zamanlardır. Ama insanlar çoğunlukla burada aldanıyor diye Peygamber Efendimiz (sav) ikaz ediyor. İnşallah aldanmayanlardan oluruz ve aldanmayanların sayısı ne kadar çok olursa durumumuzda o kadar iyi olur.
Bu noktada, genel manzara itibariyle, gelişmiş ülkelerde zamanın daha iyi planlandığı, daha iyi yönetildiği, buna karşılık gelişmemiş ülkelerde daha çok boşa harcandığı, iyi planlanıp yönetilemediği görülüyor. Bu durum aynı zamanda bir şuur ve gelişmişlik göstergesi kabul edilirse, ülke olarak nerede duruyoruz? Olumlu yönde bir gelişme içinde olduğumuz söylenebilir mi?
Ben hayata olumlu bakan birisiyim, yani hep “inşallah daha iyi olacak” diye bakıyorum. Bulunduğumuz şartları da olumlu buluyorum. İnsanlar tek tek kendi zaman programını yapıyorlar ama, gelişmiş ülkeler ya da gelişmiş beyinler diyelim, bu imkânları birleştirerek daha büyük programlar yapıyorlar, yapabiliyorlar. Bu imkânlar birleştirildiği zaman tabii ki daha iyi neticeler alınıyor. Tek başına bir insanın programını yapıp vaktini iyi değerlendirmesi elbette önemli, ama bir grup halinde, hatta daha büyük gruplar halinde, daha merkezi bir program dahilinde bu imkânların ve fırsatların aynı hedefe doğru değerlendirilmesi daha büyük neticeleri doğuracaktır.
Yaklaşık 15 milyonluk İstanbul’un dini hizmetlerini nasıl karşılıyorsunuz? Siz de, diğer pek çok alanda olduğu gibi kaynak ve personel sıkıntısı çekiyor musunuz?
Şimdi biraz önce ifade ettiğim gibi mevcudu iyi değerlendirmek gerekir. Hani “oyun bilmeyen yerim dar der.” diye bir söz vardır. Darlıklar da konuşulabilir, ancak mevcut personelimiz de az değil. Öncelikle bunu iyi değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Personelimizin belki biraz motivasyona ihtiyacı var, iyi koordine edilirse hizmetlerin daha iyi olacağına, daha ileriye gideceğine inanıyorum. Mevcut durumumuz da fena değil, ama daha iyiye gidemez miyiz? Gidebiliriz, gitmeliyiz. İnşallah mevcut imkânlar daha iyi değerlendirilerek hizmette daha da ilerilere gidilir.
Kurumsal olarak halkımızın Diyanet’e, müftülüklere teveccühünü nasıl buluyorsunuz? Zaman içerisinde bu teveccühde bir değişiklik oluyor mu?
Bu sorudan önce imkân meselesi vardı. Şimdi, imkân meselesini de değerlendirerek bu sorunuza cevap vereyim. Dini hizmetleri yürütürken iki türlü hizmetten yararlanıyoruz: Biri devletin bize sağladığı imkânlar, diğeri de halkımızın sağladığı imkânlar. Bu manada düşündüğümüz zaman halkımız da gerçekten büyük imkânlar sağlıyor. Bu bir teveccühün neticesidir. Camilerimizi genelde halk yapıyor. Öyle ki sadece kendi mahallesinin camisini de yapmakla kalmıyor, aksine İstanbul’un, Türkiye’nin hemen hemen her tarafına da buralardan giden bir yardım var, maddi destek var. Hatta bu yardım ve destek, sadece Türkiye ile de sınırlı değil, aksine dünyanın birçok yerine de İstanbullu destek oluyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son senelerde başlattığı bir “kardeş şehir” projesi var. Bu proje kapsamında hemen hemen her şehrimizin yurtdışından bir kardeşi var. Bizim de İstanbul olarak çeşitli ilçelerimizin böyle yurtdışından kardeşleri var. Fakat bu kardeşlik bizim açımızdan veren bir kardeşlik. Hani kardeşler birbirine alır verir, ama genelde bizimki verme üzerine olan bir kardeşlik. Bu da İstanbullunun bir özelliği. Daha yakında -bir ay olmadı- Afrika’da Mali’nin başkenti Bamako’da Eyüp Sultan Camii’nin temelini attık. Büyük bir rakama, yaklaşık 2 milyon euro’ya mal olacak. Finansmanını Eyüp Sultan ilçemiz müftülüğü sağlayacak. Orada yetkililerle görüştük başka bir taleplerini de ilettiler, inşallah o da karşılanacak. Şu akla gelebilir: Efendim biz niye Mali’de, Bamako’da cami yapıyoruz? Ama gerçekten fakir ülkeler, imkânları kıt ülkeler, böyle yardımlara ihtiyaçları var ve Türkiye'de bu yardımları yapmaktan geri durmuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu tür organizasyonlarına, halkımız büyük destek veriyor. Bütün bunlar halkımızın Diyanet’e ve müftülüğe olan saygısı sayesinde oluyor. Bu güven olmasa bu para nereden gelecek? Bu para vatandaştan geliyor ve biz de buna aracı oluyoruz. İstanbul içerisinde de tabii ki açıklar var ve oralara da hizmetler gidiyor. Ama İstanbullu Türkiye dışına da müftülükler ve Diyanet aracılığı ile bir çok hizmet götürüyor.
Toplumsal barışın, huzurun tesisinde ve sorunların çözümünde dinin çok etkili bir faktör olduğu biliniyor. Müftülük olarak bu alanlarda çalışmalarınız ve projeleriniz var mı?
Biz müftülük olarak ve Diyanet olarak bir defa İslâm dinini iyi anlayıp iyi anlatmaya çalışıyoruz. İslâm dünyasında fikir ayrılıkları olmuştur, geçmişteki bu görüş ayrılıklarından dolayı kimseyi farklı görmüyoruz. Yani ben müslümanım diyen herkes müslümandır. Eğer bazı gruplar ve cemaatler arasında hoşnutsuzluk ve sevgisizlik varsa bunların giderilmesini kendimize ilke edinmişiz. Hakkın yanında, İslâm’ın, -genel anlamda İslâm’ın- yanında yer almayı ilke kabul ediyoruz. İslâm derken diğer din mensuplarını da dışlamış değiliz ya da onları, tarihte zaman zaman görüldüğü gibi, mücadele edilecek kimseler olarak görmüyoruz. Bilakis İslam’ın anlatılacağı bir kesim olarak görüyoruz ve bu maksatla da onlarla ilişkilerimizi sıcak tutuyoruz. Neticeyi verecek olan Allah’tır. Kendimizi tanıtmaya çalışıyoruz, dolayısıyla diğer inanç mensuplarıyla da samimi ve sıcak ilişkiler içinde olmaya önem veriyoruz.
İstanbul bir dünya kenti. Her yıl binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Bu turistlerin neredeyse tamamına yakını camileri de ziyaret ediyor. Gelen bu turistlerden müslüman olmayanların İslâm’a davet edilmesi yönünde bir çalışmanız bulunuyor mu? İslâm’ı kabul eden turistler bulunuyor mu?
Camileri ziyaret eden turistleri büyük bir fırsat olarak görüyoruz; çünkü siz İslâm’ı anlatmak için bir yerlere gitmiyorsunuz, onlar sizin ayağınıza geliyor. İslâm’ı anlatabileceğiniz bir ortama onlar geliyor. Bazıları turistlerin camiye girmesinden rahatsız oluyorlar. Oysa onların camilere girip ibadet hayatımızı bizzat görmesi bizim için de bir fırsattır. Bazen onların Kur’ân’ı dinlemekten, namaz ibadetini izlemekten hoşnut olduğunu duyuyoruz. Bütün bunlar o anda olmasa da zaman içerisinde onların İslâm’a sıcak bakmalarına ve müslüman olmalarına sebep olabiliyor. Bu kimselere İslâm’ı anlatan bazı broşürler camilerimizde mevcut, bunları inşallah önümüzdeki günlerde yeniden ele alacağız. Ayrıca bu camilerde onlara hitap edebilecek imam ve müezzinlerin olmasını önemsiyoruz. Bazı tarihi camilerde hocalarımız dil olarak da onlarla yakından ilgilenebilir.
Sürekli gelişen, değişen ve kendini yenileyen bir dünyada yaşıyoruz. İmam, hatip, vaiz gibi dinî hizmetleri yürütenlerin eğitimleri de bu duruma uygun olarak yenileniyor mu?
Gerek Diyanet İşleri Başkanlığı, gerek İstanbul Müftülüğü olarak planlanan ve uygulanan hizmet içi eğitimler var. Zaman zaman çalıştaylar yapılıyor, personelle yakın temas halinde olunuyor. Personelin mesleki gelişimine yönelik kurslar var. Şu anda bu manada İstanbul’da Kur’ân-ı Kerim’i düzgün ve usulüne uygun okumaya yönelik 5 tane tashih-i huruf, 3 tane aşere takrip kursu var. Ayrıca ilçelerimizde de benzer kurslar ve ezanı güzel okuma kursları var. Bunun dışında çalıştaylar yapıyoruz. Daha yakında bütün müftülüklerdeki idari personeli topladık, onlarla çalıştay yaptık. İlerde diğer personel için de bu çalıştayları yapmayı planlıyoruz.
Müftülük olarak cami ve Kur’ân kursu eksenli hizmetleriniz dışında ne tür çalışmalarınız var? Örneğin “Alo fetva hattı” var, halkımız bu hizmetlerden ne kadar haberdar? Radyo ya da televizyon kanalınız var mı?
Müftülük olarak televizyon yada radyo kanalımız yok, ama Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir televizyon çalışması var ve Diyanet TV olarak deneme yayınına da başlandı. Diyanet TV çalışması TRT ile işbirliği halinde yürütülüyor. Alo fetva hattımızda her gün dört arkadaşımız nöbet tutuyor ve gelen soruları cevaplandırıyorlar. Ayrıca ilçe müftülüklerimizde haftada bir gün sabah namazından sonra program yapılıyor. Bu program, sabah namazından sonra camiye yakın bir mekânda gerçekleşiyor. Yarı cami içi, yarı cami dışı gibi bir program. Bu da müftülük ve cami görevlilerimizin fedakârlığı ile icra ediliyor. Geçenlerde Beylikdüzü’nde yapılan böyle bir programa ben de konuşmacı olarak katıldım. Bunların dışında kutlu doğum gibi cami dışında icra edilen programlar var. İstanbul Müftülüğü olarak “Din ve Hayat” isimli bir dergi de çıkartıyoruz. Her sayıda bir konu esas alınıyor. İnşallah gelecek sayıda “adalet” konusunu işleyeceğiz. Hem kendi personelimizden, hem de akademik çevrelerden bu konuda yardım alıyoruz.
Hocam bir müftü olarak bir gününüz nasıl geçiyor?
Tabi her gün aynı şekilde geçmiyor. İsterseniz şu ana (saat 10.00’a) kadar bugünün nasıl geçtiğini anlatayım: Sabah erkenden aşere takrip kurslarımızdan biri olan Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan kursumuza gittim ve oradaki personelimizle görüşüp onlardan bilgi aldım. Sonra Fatih Dülgerzade’deki kursumuza gittim ve oradaki hocalarımızla görüştüm. Sonra sizinle 10.00’da olan randevum için buraya geldim. Sizden sonra da randevularım var. İstanbullu, müftülüğü ziyaret etmeye rağbet ediyor. Bunların dışında rutin bürokratik işlerimiz var, onlarla meşgul oluyoruz. Zaman zaman personelimizle toplantı yapıyoruz, hizmet planlaması yapıyoruz, onları yürütüyoruz, denetliyoruz.
Siz aynı zamanda bir akademisyensiniz, bu yoğunluk içinde akademik çalışmalarınıza vakit bulabiliyor musunuz?
Tabi akademik çalışmalara vakit bulmak biraz zor oluyor, ama buna rağmen tamamen dışında da kalmıyoruz. Zaman zaman konferanslar oluyor, bilimsel toplantılar oluyor, onlara hazırlık yapıyoruz. Başkanlığımız, Afyonkarahisar’da yakında dini istişare toplantısı yaptı. Orada bir tebliğ sunma durumu oldu. Bu vesilelerle yine işin içerisindeyiz.
Derneğimiz, kitap okumayı esas alan bir çalışma yürütüyor. Bu konuda bizlere neler tavsiye edersiniz?
Efendim okumak çok güzel bir şey. Cenâb-ı Hak da Peygamber Efendimiz’e ilk vahyi oku diye göndermiştir. Oku derken “Rabbinin adıyla oku.” Bu önemlidir, Allah adıyla okumak ilkesi çok önemlidir. Okuduğun doğru bilgi vermeli, o bilgiyi verirken dürüst olmalı. Ama zamanla da irtibatı kurmamız, çeşitliliği sağlamamız lazım. Dinimizi iyi öğrenmeli ama zamanı da dikkate almalıyız. Gerçekleri iyi bilmeli ve öğrenmeliyiz. Bu manada iyi niyet çok önemlidir.
RÖPORTAJ: Salim UZMAN – Halil KENDİR