NURETTİN YILDIZ

NURETTİN YILDIZ

Nurettin YILDIZ

Hocam, Nurettin YILDIZ kimdir? Bize tanıtır mısınız?

Bismillahirrahmanirrahim, Elhamdulillah. 1960 Trabzon’un Of ilçesinde doğdum. 1963 yılında babam Trabzon’da İlim öğrenme imkânlarını bulamadığı için İstanbul’a göç etmemize vesile olmuştur. Burada Bayrampaşa’ya yerleştik. Bayrampaşa’da inşa edilmekte olan Hayır Severler Camii’nin inşaatına katılmış, camiin bodrumunu, merdiven altlarını Kur’ân kursu olarak inşa etmiş. Ondan sonra Bayrampaşa ve Trakya ilçesinin 1960’tan sonra Diyanet  İşlerine bağlı ilk Kur’ân kursunu kurmuş. Ben de babamın kurduğu bu Kur’ân kursunda hafızlığa başladım. İstanbul’a gelişimiz benim hafızlık ve Kur’ân ilimlerine başlayışım olmuştu. (1964) Babamın kurduğu kursta 1970 yılına kadar hafızlık okudum. 1970’ten sonra, 1,5 sene kadar ilkokul okudum, geri kalan kısmını ise imtihanlarla dışarıdan bitirdim. İlkokulu bitirdikten sonra Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesine devam ettim. Liseyi bitirdikten sonra 2 sene Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde kaldım. Daha sonra Mekke Üniversitesi’ne geçtim. Burada Usulü Fıkıh bölümünü bitirdim. Buradan da 1990 yılında döndüm.

1990 yılından 2000 yılına kadar Hayır Severler Kur’ân Kursunda yöneticilik ve hocalık yaptım. Bu ara 1996 yılında Senabil Vakfı’nı kurduk. Şu an hala Senabil Vakfı’nda İslami hizmetlerde devam ediyoruz. Özetle Nurettin YILDIZ bu. 

Adet üzere cevap vereyim, evli ve dört çocuk babasıyım. Çocuğumun biri lise öğrencisi ve bunun yanında hafızlık yapıyor, Arapça öğreniyor. Diğer çocuklarım ufak, en ufağı 8 yaşında o şu an burada olsaydı bu röportajı zor yapardık.

Hocam, hiç durmadan size 2. sorumuzu soralım. Hayatınızı bize özetlediniz, şüphesiz ki bu anlattıklarınız denizde bir bardak su. Bize hiç unutmadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Anılarımdan bir tanesini seçmek çok zor. Size en duygusal anımı anlatayım. Emin SARAÇ Hoca’yla beraber Hindistan’a Ali el-Haseni en-Nedvi’yi ziyaret etmek için yaptığımız gezi olmuştur. Burada Emin Hoca, Ali el-Haseni en-Nedvi’nin elini öpmek istemesi üzerine, karşılığında aynı hareketi gösterip Emin Hoca’nın elini öpmeye çalışmıştı. Bu olay beni çok etkilemişti. Ali el-Haseni en-Nedvi’nin bunu yapmasının sebebini sonradan anladık; bizim Osmanlı torunu olmamızdı, bizi halife çocukları görüyordu. Bu yüzden biz değil onun bizim elimizi öpmesi gerektiğini belirtmişti. Ali el-Haseni en-Nedvi bize şunları söylemişti. “Siz Osmanlı’nın torunusunuz, mutlaka bir gün yine eskisi gibi hilafete gelip İslam Dünyasını güçlendireceksiniz.”

Bu söz sonucunda bize çok dua etmişti. Bugün burada bulunmamda, onun dualarının tesirinin olduğunu düşünmekteyim. Yine unutmadığım bir sözünü daha size takdim edeyim. Ali el-Haseni en-Nedvi aynen şöyle demişti: ”Osmanlı aslandı. Ölen bir aslanın yavrusu geyik değil aslan doğar. Bir gün bu yavru aslan büyür ve yine hakimiyeti eline alır.”

Emin SARAÇ hocamızın isteği üzerine Ali el Haseni en-Nedvi’nin evini gezmiştik. Gördüklerimiz karşısında şok olmuştuk. Oturma odasında birkaç minder dışında hiçbir şey yoktu. Minderlerde kartondan farksız değildi. İki tane minder getirmişlerdi. Bu minderlerin üzerinde bizim oturmamızı istemişti. Kendisi ise tahta üzerine oturmuştu. Yoğun isteğimize rağmen onu minderlerin üzerine oturmaya ikna edememiştik. Muhabbetimizden sonra Emin Hoca’mız yatak odasını görmek istediğini söyledi. Ali el Haseni en-Nedvi bu isteği kabul edip bizi yatak odasına götürmüştü. Yatak odasını görünce iyiden iyiye şaşırmıştık. İnanın bana buraya bir çobanı koysanız 2 saat dayanamaz. Yatak odası; yerde bir tahta, tahtanın üzerinde bir battaniye ve ince bir yastıktan ibaretti. Bunların hepsinin görüntüleri bende mevcut. İlerideki tarihlerde yapacağım sohbetlerden birinde Ali el Haseni en-Nedvi’yi anlatacağım, orada bu görüntüleri göstereceğim. Ali el Haseni en-Nedvi yetiştirdiği talebelerinden gelen hediyelerle saraylar yaptırabilirdi. O bunları yapmamış her şeyini İslam’a adamış bir alimdi. Ali el Haseni en-Nedvi dünyanın gönlünü feth etmiş bir zattı. Biz oradayken Müslüman olmayan Hindular bile onun önünde saygıyla eğiliyorlardı. Yazdığı kitaplar dünyanın her yerinde tercüme edilmiştir. En ünlü kitaplarından bir tanesi “Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti” kitabıdır.

Kitaplarını, kitap yazmak için yazmamıştır. O kitaplarını gönlünden yazmıştır. Kitapları, özellikle Peygamberimizin hayatı birçok yerde ders olarak okutulmaktadır. Ben de Mekke’de öğrenciyken derslerimizi bu kitaptan okumuştuk.

Hocam birçok çalışmanızı biliyoruz bunların bir kısmını takip ediyoruz. Son olarak kurduğunuz Sosyal Doku Vakfını bize anlatır mısınız?

“Sosyal Doku Vakfı”nı ben kurmadım. Vakfı Senabil Vakfında çalışan arkadaşlarımız kurdu. Benden ağabeylik yapmamı istediler. Onlara ağabeylik yapıyorum. Onun dışında herhangi bir etkim yok. Benim faaliyette bulunduğum vakıf Senabil Vakfıdır. Burada her Pazar sabah saat 09:00’da kadın erkek herkese sohbetler vermekteyim. Geniş bilgi için sosyaldokudernegi.com a müracaat edilebilir.

Allah (cc) çalışmalarınızda size yardım etsin. Hocam ülkemizde kitap okuma yönünde ciddi sıkıntılar var. İnsanların neden kitap okuması gerektiğinin önemini anlatır mısınız?

Kitap okumak önemli filan değil. Kitap okumak, yaşamaktır. “Kur’ân’a iman ettim” demek için birinci cümlesinden başlamak gerekli. Siz de biliyorsunuz ki ilk cümle İKRA’dır. Okumakla başlamış bir dinin mensupları 5 ciltlik kitap okuyarak, okudum diye kendini kandırmasın. 10 cilt, 100 cilt kitap okumak, okumak değildir. Kitap okumaya sınır getirmek, bir iki saat nefes alayım sonra burnumu kapatsam da olur demek gibidir. Okumak her yayınlanan kitapları okumak da değildir. Biz her kitabı okumayız. Kitapların mikroplu kısımlarından korkarız. Okumak iki türlü olur; bir ibadet, iki ilim öğrenmek için okuruz. İbadet için anlasak da anlamasak da Kur’ân okuruz. Bundan da büyük bir haz duyarız. İlim için de peygamberin hayatını okuruz, Ahmet Bin Hanbel’i okumamız lazım. Ahmet Bin Hanbel’i bilmeyen, Müslümanlığını yaşayamaz. Ahmet Bin Hanbel’i şifa niyetine okumalıyız. Aynı şekilde Ömer Bin Abdülaziz’i okumayan insan Allah için takva nasıl olur, ihlâs nasıl olur bilemez. Ashab-ı Kiram’ı okumak lazım.  Mesela; Hayatü’s Sahabe’yi bir Müslüman her 10 yılda devretmeli. Aynı şekilde tarih de okumalı. Bizde okumak yaşamaktır. Her şeyi yaşamak için okuruz. Bir müslümana “Kaç cilt kitap okudun?, Kaç cilt kitap okursun?”, bunları sormak ayıp bir şey. Bu, “yemek yiyor musun?” demek gibidir. Biz okuma ümmetiyiz.

İmam Zehebi’nin meşhur bir sözü var “Bir insan 200 clit kadar kitabı not tutmalı ve 500 takım kitap okumalı. Ondan sonra bir insan kitap okumaktan söz edebilir.” diyor. İbni Teymiye’nin okumasından söz edilince insanın aklı duruyordu. Saçlarından kendisini çiviye bağlarmış. Okurken uyuklayacak olursa aşağı düşünce saçları asılmış oluyor, böylece canı acıyor ve uyumuyordu. Biz böyle bir ümmetin devamıyız. Bu yüzden okumalıyız. Şimdi 20 sayfalık bir broşürü okuyan ben çok okurum diyor. Bu okumak değildir. Zehebi (r.anh) 74 yaşında vefat etmiş ve yaşamanın son 10 yılını âmâ olarak yaşamış. Zehebi’nin gözleri okumaktan kör olmuş. Müslüman günde en azından bir kitap okumalı ve hiç biri işini, ibadetini aksatmaz. Bunu tekrar tekrar söylüyorum, bir müslümana “kitap okuyor musun?” demek çok ayıp bir şey.

Hocam bu anlattıklarınız kulağımıza küpe olsun … Hocam okuduğunuz kitaplardan en çok hangisinden ya da hangilerinden etkilendiniz?

Bu soruyu bana sorma. Benim kitap listem kabarıktır. Ben Türkçe kitap okumuyorum. Ben Arapça kitap okuyorum. Ben Hadis-i Şerif ağırlıklı okuyorum. Dolayısıyla benim okuduğum kitapları şu etkili bu etkili diye saymam çok zor. Fakat altını çok çizdiğim kitap Fizilal’il Kur’ân’dır. Fizilal’il Kur’ân benim şarzlı pil makinamdır. Bundan devamlı şarz ederim kendimi, çok faydalı oluyor.

Hocam farkındayız sizi çok yorduk. Size son bir sorumuz olacak…. Bizim de İKRA DERNEĞİ olarak kitap okutma programız bulunmaktadır. Bu programda yaklaşık 800 kişi düzenli olarak kitap okumaktadır. Bu çalışmamız hakkında değerlendirme ve tavsiyelerinizi alabilir miyiz?

Allah nazarlardan korusun. Bunu her yerde söylemeyin. Ben bir şey söylemeyeyim. Sizi nazardan koruyayım.

 

Röportaj: FEYYAZ KALKAN