Mahmut TOPTAŞ (Emekli Vaiz ve Yazar) -2

Mahmut TOPTAŞ (Emekli Vaiz ve Yazar) -2

Mahmut TOPTAŞ (Emekli Vaiz ve Yazar) -2

Kur’ân-ı Kerim nasıl bir kitap?

Dede Korkut diyor ki “Yücelerden yücesin. Kimse bilmez nicesin.” Biz Allah’ı hayal edemediğimiz gibi, kelâmını da hayal edemeyiz. Biz Allah’ın kelâmına da hayranız. Peki ne kadar hayranız? Her insan kelâmı anladığı kadar hayran. Bir çoban okuduğunu anladığı kadar hayran. Mevlana kendi anladığı kadar hayran. Herkes kendi aklı oranında, sevgisi oranında anlayabilir ama en güzeli bunun Allah kelâmı olduğunu bilmek. Hani Mevlana “Benim Peygamberi övmem için yerden ğöğe kadar bir dilim olmalı” der ya işte benim de Kur’ân-ı Kerimin nasıl bir kitap olduğunu söylemem için öyle bir ağza, öyle bir dile sahip olmam gerek. Kıyamete kadar gelen bütün mü’minler onu anlatmaya çalışacaklar, hakkını veremeden de ölecekler ama o yolda ölecekler. Akaid kitaplarında çok güzel tanım yapılır: “Kuran, Allah (c.c) tarafından Cebrail (a.s) vasıtasıyla Muhammed (s.a.v)’e indirilen söz ve manadır.”

Kur’ân-ı Kerim’in iniş süresi nasıl başlamış ve nasıl devam etmiştir?

Sevgili Peygamberimiz Peygamberlerin en sonuncusudur. İnsanın en olgun yaşı kırk yaşıdır. İnsanlar bu yaşta hem bedeni yönden hem de ruhi yönden tekâmüle erer. Efendimiz hem bedeni yönden hem ruhi yönden en yüksek mertebede iken, bir gün Hira dağında tefekküre dalarken Cebrail (a.s) gelip ona sizin de bildiğiniz “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla.’’ diye başlayan Alâk suresinin ilk beş ayetini indiriyor. Ve böylece yirmi üç yıllık Peygamberlik hayatı başlamış oluyor. Bu yirmi üç yılda Kur’ân tamamlanmıştır. Kur’ân ilk indiği günden beri hiç değişmeden günümüze kadar gelmiş ve kıyamete kadar da değişmeden insanlara ulaşacaktır. Bunu Allah yine ayetlerinde kullarına bildiriyor.

Kur’ân, günümüz çağdaş insanın ihtiyaçlarını nasıl karşılar ve problemlerini nasıl çözer?

Benim küçük oğlum küçükken avuç avuç kum yerdi. Ne yaptıysam onu kum yemekten bir türlü vazgeçiremiyordum. Son çare olarak doktora götürdüm. Doktora durumu anlatır anlatmaz, doktor oğlumu muayene etmeden bir şurup yazdı. Oğlum şurubu içtikten sonra kum yemeyi bıraktı. Oğlumda demir eksikliği varmış. Bu eksikliğini de kum yiyerek karşılıyormuş. Bu kumun içinde demiri göremiyordum ama oğlum görebiliyordu. Çünkü onun ihtiyacı vardı ve Mevlam ona bir şekilde gösteriyordu. O da demir ihtiyacını kumu yiyerek karşılıyordu. Ben bunu niye anlattım: Şimdi Kur’ân’dan ihtiyacımızı karşılamamız için toplumun derdiyle dertlenilmesi gerekir. Dertlenmeyen adamın Kur’ân’dan anlayacağı bir şey yok. Çevreci adamın biri çevreyle ilgili her türlü kitabı okuduktan sonra “Bir de şu Müslümanların kitabını okuyayım” demiş. Allah’ın “Yerde ve gökte yaşayan bütün canlılar sizin gibi birer ümmettir.” ayetini görünce adam; “Bu ayarda doğuda ve batıda yazılan hiçbir kitap yok.” diyor. Bu ayeti bir çoğumuz okumuşuzdur. Hangimiz bu ayete gelince “ya bu ayet ne kadar güçlü ne kadar tesirli” demişizdir? İşte bizim bunu dememiz için çevreyle dertlenmemiz gerekir. Çevreyi sorun haline getirmemiz gerekir. Eğer hiçbir şeyi dert edinmezsek, ihtiyaçlarımızın ne olduğunun tespitini iyi yapmazsak, ihtiyaçlarımızı karşılayamayız. Biz neyi dert edinirsek Kur’ân bize onun çözüm yolunu gösterir. Tabi başvuracağımız kaynak Kur’ân olursa.

Kur’ân-ı Kerim’i günlük hayatımızda nasıl pratik hale getirebiliriz?

Bazı şeylerin üzerinde ısrarla durmamız gerekir. Hani yeni araba kullanmaya başlayan insanlara derler ya “neyden korkuyorsan onun üzerine git. Eğer böyle yapmazsan korku senin üzerine gelir ve sen yenik düşersin ama sen korkunun üzerine gidersen korkuyu yenersin.” Kötü alışkanlıklarımızın üzerine giderek onu yok edeceğiz. İyi alışkanlıklarımızın refleks haline gelmesi içinde sürekli tekrar edeceğiz. Ben bunun dışında bir yol bilmiyorum. Kadının biri geçen gün bana telefon etti. “Hocam sabah namazına kalkmak için dua var mı?” dedi. Ben de “var” dedim. “Nedir?” diye sordu. Ben de; “Sabah namazına kalkmanın duası yatsı namazından sonra uyumaktır.” dedim. Biz öğrendiğimiz her şeyi Rabbimize yaklaşmak için kullanmalıyız. Öğrendiğimiz ilim ile amel ederek bunu yapabiliriz. Bunu yaparken de ısrarla ve ölünceye kadar yapmalıyız.

Kur’ân-ı Kerim’den nasıl ve ne şekilde faydalanmalıyız?

Bir insan Kur’ân-ı Kerim’i ben kendim okur kendim anlarım dememesi lazım. Bu eksik olur. İnsanlar bu konuda diğer insanların aklından da istifade etmelidir. Cemaat halinde okunması insanlar açısından daha faydalı olur. Mesela on kişilik bir cemaatte okunan bir ayeti, on kişi farklı şekilde algılar ve birbirinden faydalı on yorum çıkar. Ayrı pencereden bakan bir kişinin de ifade edeceği güzel şeyler olur. İnsanların bu konuda başkalarından faydalanması gerekir. Bu da insanlar için faydalı olacaktır.

Kur’ân okumaları nasıl olmalı ve biz nasıl okumalıyız?

Sahabelerden bazıları Kur’ân-ı bir günde, bazıları bir haftada hatim ederken bazıları da altı yıl Kur’ân okumasına rağmen ancak Hud Suresine gelebildiğini söylemiştir. Bunu yapan sahabe Kur’ân’ı anlaya anlaya okumaya özen gösteriyor. Evinde okuduğu bir ayeti camiye gelip, diğer sahabelere sorup onların fikirlerini alıp iyice hazmetmeye çalışırdı. Onlar inen bir ayeti okuyup anlamadan ve hayatına tatbik etmeden diğer bir ayete geçmezlerdi. Doğrusu da budur zaten. Biz Kur’ân-ı Kerim’i aldığımız hava gibi, içtiğimiz su gibi önemsemeliyiz. Hatta bunlardan da önemli hale getirmeliyiz. Çünkü aldığımız hava, içtiğimiz su, bize en fazla yüzyıl yaracak. Ama Kur’ân öyle değil. O bize sonu gelmez yıllarda da faydalı olacak. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim’i içimize sindire sindire, aklımızı onunla aydınlata aydınlata okumalıyız.

Kur’ân-ı Kerim’i okumak, anlamak için nasıl pratik hale getirebiliriz?

Biz Kur’ân’ın bize bildirdiği her şeye kayıtsız şartsız inanırız. Onun karşısında altı milyar insan aksini söylese biz yine de ona inanırız. Bu da yetmez inandığımız gibi hayatımıza uygulamamız gerekir. Eğer biz bu şekilde yaparsak insanlar bizim davamızın gerçek olduğuna inanırlar. Aksi halde bizim onlardan farkımız kalmaz. Onun için Kur’ân’ı, hayat bilgisi kitabı diye okumalıyız. Eşime, çocuklarıma, anneme-babama nasıl davranacağımı ben bu kitaptan öğreneceğim. Anneye “öf” bile demeyeceksin diyor. Alın işte size zirve kelimeyi kullanmış. Bulunduğumuz her ortamda Kur’ân okumalıyız. İşe başlamadan, okula gitmeden ve gittiğimiz her yerde okuyup insanlara anlatmalıyız. Düşünün, herkes böyle yaparsa yeryüzü bir Kur’ân dershanesine dönmez mi?, elbette döner. Öğrenci okuldaki arkadaşlarına, patron işçilerine, esnaf yanındaki esnafa anlatsa herkes farkına varmadan birer Kur’ân talebesi olur. İnsanın hayatı da güzelleşir.

Herkes Kur’ân-ı anlayabilir mi?

Her şeyin bir uzmanlık alanı vardır. Herkes her şeyi iyi yapamaz. Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılabilmesi için özel bir bilgiye ihtiyaç vardır. Herkes bu bilgiyi öğrenemez. Her halkın belli bir kesimi bunu yapabilir. Zaten bu yüzden meal yapılır. Ama meal okuyan tam anlamıyla Kur’ân okumuş olmuyor. Sadece o meali yapanın anladığını okumuş oluyor. Meal okuyan insan Kur’ân okuyorum dememeli. Kur’ân meali okuyorum demelidir. Kur’ân okuyorum derse yanlış yapmış olur.

Okumak mı önemlidir uygulamak mı?

İkisi de önemlidir. Bilgi olmadan uygulama olmaz. Önce bilmek lazım. Mesela namaz mı önemli, bilgi mi önemli? Bilgi olmadan namaz nasıl kılacaksın? İlim olmadan amel olmaz. Tek başına ilim de fayda etmez. Onun için Peygamber (a.s); “Ya Rabbi! Faydasız ilimden sana sığınırım” demiştir. Mesela dünyanın en güçlü silahlarını bir eşeğin sırtına yükleseniz ve eşeği bir ormanda salsanız, kurt gelip eşeği yer. Eşek silahı kullanamaz. Silahı kullanmadıktan sonra silah ne işe yarar? İlimde böyle bir şeydir. Öğrendiğin ilmin ne işe yarayacağını bilmezsen o ilim bir işe yaramaz. Biz ilmi öğreneceğiz ve ne işe yaradığını bileceğiz ve ona göre kullanacağız.

Yeryüzünde gezen insanoğlu Kur’ân-ı nasıl anlamalı?

Rabbimin, Kur’ân’ın ifadesi ile iki ayeti vardır: Bunlardan biri Kur’ân ayeti, diğeri de tabiat ayetidir. Kur’ân ve tabiat ayetlerini birbirinden ayıran günaha girmiş olur. Bunları birbirinden ayıramazsınız. Tabiatı yaratan Allah, Kur’ân’ı indiren Allah. Bu yüzden bunlar birbiriyle çatışmaz. Tabiat bilimcileri tabiatta kusur yok diyorlar. Elbette olmaz, Rabbimin yarattığı hiçbir şeyde kusur olmaz.

Size göre dünya liderleri Kur’ân’ı okumalı mı?

Peygamberimiz; “Zerre kadar imanla bu dünyadan giden cennete girecektir.” diyor. Öyleyse  bizim dünya liderlerine halkıyla beraber bu imanı ulaştırmamız gerekir. Bir delikanlı kendimi yakacağım diyor. Polis o delikanlının kendini yakmaması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Ve bunu başardığında kahraman polis oluyor. Müslümanlık dünyada en büyük kahramanlıktır. Çünkü inanmayanların kalbine imanın girmesi için her şeyi yapıyor. Çünkü o biliyor ki inanmazsa cehennemde ömür boyu yanacak. İşte, Müslüman cehennemde insanlar yanmasın diye mücadele ediyor. Bu uğurda canını veriyor. Oysa diğerleri ne yapıyor? Kendisini yanmaktan kurtarmaya gelen bu Müslümanı çekip vuruyor. İşte, bu Müslüman şehit oluyor. Bu Müslüman Allah yolunda canını veriyor. Onun için dünya liderlerinin önce kendi canlarını sonrada halkının canını kurtarması için Kur’ân’ı okuması gerekiyor.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bu söylediklerimin tutulmasını isterim. Size de çalışmalarınızda başarılar dilerim.

 

RÖPORTAJ: Feyyaz KALKAN