GOP Belde Tıp Merkezi Başhekimi, İç Hastalıkları Uzmanı
Dr. Ali Murat YILMAZ:
“Tıbbî olarak her zaman bir salgın olasılığı vardır.”
İKRA: Hocam bu söyleşimizde sizinle, karşı karşıya bulunduğumuz korona virüs salgını ekseninde konuşmak istiyoruz. Konuyla ilgili sorulara geçmeden önce, okuyucularımız için biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Dr. Ali Murat YILMAZ: Merhaba 1970 Malatya doğumluyum, 1993’te Cerrahpaşa Tıp fakültesini bitirdim, yine Cerrahpaşa Tıp fakültesinde iç hastalıkları uzmanı oldum. 20 yıldır da özel bir Tıp Merkezi'nde iç hastalıkları uzmanı olarak çalışıyorum.
İKRA: Milimetrenin milyonda biri kadar olduğu söylenen bir virüs bütün dünyayı esir almış görünüyor. Deyim yerindeyse dünyanın ağzının tadını kaçırmış durumda. Öncelikle şöyle bir soru soralım: Korona virüs salgını tıbbi açıdan beklenmeyen sürpriz bir olay mıdır, yoksa beklenilen/beklenebilecek bir gelişme midir?
Dr. A. M. YILMAZ: Evet gerçekten de virüsler çok küçük mikroorganizmalar. Bütün dünyayı hastalandıran virüslerin toplam ağırlığı yaklaşık 2 gram civarında. Tabii ki tıbbi olarak her zaman bir salgın olasılığı vardır. Sonuçta biz bakterilerle, virüslerle yani mikroskobik canlılarla aynı dünyada yaşıyoruz ve her an, insanlarda hastalığa yol açan mikroorganizmaların salgın yapması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Öte yandan küresel ısınmanın bu tür pandemileri kolaylaştırdığı yönünde teoriler de mevcut. Yeni ortaya çıkan Korona virüsün, biyolojik bir saldırı silahı olarak geliştirildiği şeklindeki komplo teorileri de yabana atılır cinsten değil ne yazık ki.
Virüsün direkt olarak ACE denilen ve daha çok akciğerimizde bulunan proteini hedefleyerek onun üzerinden hücreye girmesi, aşı geliştirilmesi çok zor olan bir virüs grubunda olması, belirgin ve spesifik bir tedavisinin olmaması gibi hususlar göz önüne alındığında acaba bir biyolojik saldırı ile mi karşı karşıyayız diye düşünmeden edemiyoruz doğrusu. Burada önemli olan insan türüne has mikroorganizmalarla hastalanmaya alışık olan bedenimizin modern çağda diğer canlı türleri ya da hayvanların hastalık etkeni olan mikroorganizmalar ile hastalanmaya başlamasıdır. Kuş gribi ve domuz gribi bunların belli başlı örnekleriydi. Yaratılış olarak kendi türümüze has mikroorganizma ve hastalık etkenleri ile baş edebiliyorken, diğer canlı türlerinin hastalık etkenlerine karşı ne yazık ki vücudumuzun savunma sistemleri çaresiz kalmakta ve onları tanımamaktadır. Bu da bu tür hastalık etkenlerinin insana bulaşabilir oldukları durumlarda ölümcül seyretmelerine yol açmaktadır.
İKRA: Virüs, bulaşıcı hastalıklar ve korona virüs denildiğinde genel olarak ne anlamak, nelere dikkat etmek, nasıl hareket etmek gerekir?
Dr. A. M. YILMAZ: Virüs ve bulaşıcı hastalık dendiğinde temel olarak temizlik ve hijyen olmazsa olmaz ilkelerin başında gelir. Bu anlamda İslam toplumları olarak Batılı ülkelere göre bir tık daha şanslı olduğumuz söylenebilir belki; ama yine de temel hijyen ve temizlik kuralları çok büyük önem arz etmektedir. Korona virüs temel olarak damlacık yolu ve hava yolu ile bulaşır. Damlacık yolu, hasta kişinin öksürmek, hapşırmak, sesli konuşma ya da bağırmakla etrafa saçtığı küçük damlacıkların yüzeylerde bulunması ve o yüzeye temas eden kişilere bulaşması yoludur. Hava yolu ise hasta kişinin çıkarılarının (salgılarının) havada asılı kalması ve onları soluyan kişiye bulaşması yolu ile hastalık oluşmasıdır. Hasta kişinin konuşması, aksırması, öksürmesi sırasında çeşitli büyüklüklerde damlacıklar etrafa saçılır. Bunların nispeten büyük olanları yere doğru inerek çevredeki yüzeylere yapışırlar; 5 - 10 mikron arasında olan partiküller havada asılı kalırlar ve onları solunum yoluyla alırız. Bu yolla da hastalığın bulaşması mümkündür.
Damlacık yolu ile bulaşmada en temel faktör elimizle temas ettiğimiz hastalıklı yüzeylere bulaşmış virüsü elimize bulaştırıp sonra elimizi ağzımıza burnumuza ya da gözümüze değdirerek hastalığı bu kozalardan içeri sokmamız şeklinde olur. Korona virüsün temel bulaşma yolu damlacık yolu olduğu için burada el hijyeni çok önem kazanmaktadır. Yemek içmek dışında elimizi kesinlikle ağzımıza, burnumuza, gözümüze değdirmemeliyiz. Yemekten hemen önce de elimizi titiz ve dikkatli bir şekilde yıkayıp başka hiçbir şeye dokunmadan yemeğe oturmalıyız.
Tabii bir diğer önemli nokta hasta olan kişinin etrafa hastalık yayma açısından maske takması ve yine hastalıktan korunmak isteyen kişilerin de hava yolu ile bulaşmaya karşı maske takması önem kazanmaktadır. Bir de havada asılı kalan mikroorganizmalara karşı bulunduğumuz ortamları sık sık havalandırmalı ve böylece bulaşma ihtimalini en aza indirmeliyiz.
İKRA: Hocam korona virüs salgını dünyada ilginç bir manzara da ortaya çıkardı. Dünyanın en zenginleri, hatta süper güçleri olarak bilinen devletler bu salgın karşısında kartondan kaleler gibi yere serildiler. Sadece çaresizlik sergilemekle kalmadılar, insanî ve medenî ölçüler bakımından da sınıfta kaldılar. Birbirlerine yardım etmedikleri gibi, birbirlerine giden yardımlara da el koydular. Bütün bunları nasıl yorumlamak gerekiyor, ne anlama geliyor?
Dr. A. M. YILMAZ: Burada başka önemli bir nokta var bence. Adı gelişmiş olan ülkelerin yaşlı nüfusu oldukça fazla. Ülkeleri de küçük bir hane gibi düşünebiliriz. Hane halkından kaç kişi çalışıyor ve eve ekmek getiriyorsa o kadar iyi durumda olursunuz. Evde çalışamayacak durumda ne kadar çok yaşlı varsa o kadar sıkıntı çekersiniz.
Gelişmiş ülkelerin durumu da bundan ibaret. Çalışan genç nüfus az, yaşlı, gideri çok olan, toplumun sırtında yük olan, sağlık sorunlarına daha çok düçar olan yaşlı nüfus fazla. Buna bir de korona virüs illetinin daha çok yaşlıları etkilemesi gerçeği eklenince bu durum onlar açısından içinden çıkılmaz bir hal aldı ve sağlık sistemleri çökme noktasına geldi. Biz bunu her zaman biliyorduk zaten. Bu ülkelerin medeniliği, gelişmişliği, görgüsü vesaire hep kâğıt üzerinde ve laftaydı. Gerçekten sıkı ve zorlu şartlar oluştuğunda bütün medeni ve gelişmiş söylemlerin bir kenara bırakıldığı, yaşlı insanların hayatlarının hiçe sayıldığı gerçeğini hep birlikte gördük.
İKRA: Bu süreçte Türkiye’nin durumu ise insaf sahibi herkesin takdirine ve hatta şaşkınlığına yol açtı. Süper olarak kabul edilen ülkelerde hastalar tedavi imkânı bulamazken, hastanelere kabul edilmezken, evlerinde ve sokaklarda ölmeye terk edilmişken, hatta sağlık görevlileri bile en basit maskeden mahrum kalırken, ülkemizde hiç kimsenin tedavi olamama endişesi duymamasını, hiçbir tıbbi araç gerek eksikliğinin bulunmamasını ve tedavilerin tamamen ücretsiz olmasını, hatta diğer devletlerin umudu haline gelmesini nasıl izah etmek gerekiyor? Hastanelere sağlam gidilip hasta çıkılan günlerden bu imrenilecek duruma nasıl gelindi?
Dr. A. M. YILMAZ: Türkiye'nin sağlık sisteminin ve sağlık altyapısının artık eskisi ile kıyaslanamayacak düzeyde sağlam ve güçlü olduğu bir gerçek. Yalnız burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da şu ki biz de salgın nispeten kontrol edilebilir boyutlarda kaldı. Yani bir İtalya veya Amerika gibi olsaydık bizim de sağlık sistemimiz çok yüklenir ve belki benzeri sorunları bizde yaşayabilirdik. Ama tabi bu durum karşısında batılı ülkeler gibi materyalist, yaşlıların hayatını ve sağlığını hiçe sayan, onları adeta gözden çıkarmış bir bakış açısı ve refleks geliştirmezdik diye düşünüyorum.
Tabii salgın sürecinin kontrol edilebilir boyutlarda kalması da yine bu sürecin ülke tarafından doğru yönetilmesi ile ilgiliydi belki de. Zamanında alınan doğru tedbirler ve atılan doğru adımlarla salgın kontrol edilebilir boyutlarda kaldı ve sağlık sisteminin kapasitesini aşar bir duruma gelmedi.
Bir diğer husus da tabiri caizse çekirdekten yetişme, piyasadan gelen, özel sağlık sektörü gibi sorunların hızlı ve pratik çözüldüğü bir sistemin içinde var olmuş bir sağlık bakanımızın olması bu süreçte bizim için en büyük şanstı belki de. Salgınla ilgili karşılaşmamız muhtemel sorunlara hızlı ve pratik çözümler bulunarak sürecin çok başarılı bir şekilde yönetildiği kanaatindeyim.
İKRA: Hocam bir de bu ülkenin vatandaşı olup da, ülkemizin herkesin gıpta ettiği bu durumundan rahatsızlık duyanlar, âdeta her şeyin yolunda gitmesinden kahrolanlar var. Bunun açıklaması ne olabilir?
Dr. A. M. YILMAZ: Bunun sebebinin siyasi olduğunu hepimiz biliyoruz. Olaylara ve Dünya'ya, taktıkları siyasi gözlüğün arkasından bakan insanlara ağzınızla kuş tutsanız yine yaranamazsınız, mutlaka eleştirecek bir şeyler bulurlar. Yapılanı takdir etmek şöyle dursun acımasızca eleştirmeye devam ederler.
İKRA: Korona virüsün başka dalgalarının da gelebileceği söyleniyor. Tarihe baktığımızda salgın hastalıkların hep var olduğunu ve zaman zaman dünya ölçeğinde ciddi can kayıplarına yol açtığını görüyoruz. Ancak insanlar eliyle dünyanın ekolojik dengesinin bozulması, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve genetiği değiştirilmiş gıdalar nedeniyle insanlığın bu tür salgınlara daha açık hale geldiği de söyleniyor. Siz bu konuda ve insanların salgınlar karşısında alması gereken tedbirler hakkında neler söylersiniz?
Dr. A. M. YILMAZ: Bozulmuş doğal çevre, küresel ısınma ve modernist hayatın yıkıcı etkilerinin bu ve buna benzer pek çok hastalığı tetiklediği tıbben ispatlanmış bir durumdur. Bu küresel salgına felsefi bir pencereden bakacak olursak belki de kendi yapıp ettiklerimiz yüzünden sünnetullah gereği bütün dünya olarak bir musibete uğratıldık. Rabbim bu tür olaylardan ders çıkarmayı ve ibret almayı nasip etsin inşallah.
İnsanların bu salgın karşısında fiziksel olarak alması gereken önlemler çokça konuşuldu yazıldı. Biz de yukarıda söz ettik. Bu salgından belki de sosyal ve felsefi bir takım çıkarımlar yapmak yerinde olacaktır; yani sürdürmekte olduğumuz hayatı sorgulamak nerede, neyi yanlış yaptığımız üzerinde düşünmek gibi… Farkında olmadan sürdüre geldiğimiz ve bizce alışılagelmiş, sıradan olduğunu düşündüğümüz hayatımızın bile ne kadar kıymetli olduğunu fark ettik. Her gün yapageldiğimiz sıradan işleri yapabiliyor olmanın bile ne kadar değerli olduğunu fark ettik.
İKRA: Bazılarınca dile getirilen korona virüsün laboratuvarda üretilmiş olduğu iddiası bilimsel midir? Bir virüs laboratuvarda üretilebilir mi? Veya bir virüsün laboratuvarda üretildiği tespit edilebilir mi?
Dr. A. M. YILMAZ: Evet bu virüsün laboratuvarda üretildiği ya da biyolojik bir saldırı olduğunu düşündüren noktalar yok değil. Materyalist bir pencereden bakıldığında yaşlı ve üretmeyen toplum kesimini hedef alması, çocukları pek öldürmüyor olması ve onlara bulaşmıyor olması, hatta neredeyse hiç etkilemiyor olması, üst solunum yollarını pas geçerek direkt akciğere yerleşip orayı çok ciddi bir şekilde ve ölümcül olarak tahrip etmesi, hücreye girerken kullandığı yolun alışılmışın çok dışında bir yol olması, biyolojik bir saldırı olma ihtimalini de düşündürmüyor değil.
İKRA: Hocam biraz da içinde bulunduğumuz korona günlerinde hasta psikolojisi ve hastanelerin durumuyla ilgili bir soru soralım. Bu süreçte diğer hastaların hastanelere gelme durumu nasıl oldu? Çok zorunlu olmadıkça hastanelere gitmeme eğilimi, sağlık sorunlarının ertelenmesine ve dolayısıyla olumsuz sonuçların çıkmasına yol açar mı?
Dr. A. M. YILMAZ: Kesinlikle böyle bir durum ortaya çıktı. İnsanlar çok acil ve hastaneye gitmeyi gerektirmeyen sağlık sorunlarının hepsini neredeyse ertelediler. Hatta öyle ki mesela gece 23’te göğüs ağrısı ve sol kolunda uyuşma başlayan ve aslında kalp krizi geçiren bir hasta ertesi gün saat 11 civarında başvurur oldu.
Sorunuzun direkt cevabı olmasa da bir diğer nokta da bu pandemi sürecinin toplumsal psikolojimizi oldukça olumsuz yönde etkilediği gerçeği. Ben halihazırda sahada çalışan bir hekim olarak korona hastalarının azaldığı şu günlerde hastanelere neredeyse tüm gün koronanın psikolojik olarak etkilediği ve bu nedenle sindirim sistemi sorunları, tansiyon yükselmesi ya da şeker yükselmesi gibi sorunlar yaşayan kişiler başvuruyor diyebilirim. Bir diğer nokta da medya yoluyla estirilen hava ve olumsuz algı nedeniyle soğuk algınlığı şikayeti olan her hasta kendini psikolojik olarak çok ciddi bir baskı altında hissediyor; adeta korona virüs ile enfekte olmadığını ispat eder ya da ispat etmeye çalışır bir tavır sergiliyor diyebilirim.
İKRA: Hocam biz İKRA (İlim, Kültür ve Rahmet) Derneği olarak kitap okumayı ve okutmayı temel faaliyet olarak seçmiş bir derneğiz. Bu konuda bizlere ve okuyucularımıza neler tavsiye edersiniz?
Dr. A. M. YILMAZ: İnternet ile birlikte dünyanın çok değiştiği bir gerçek. Şimdiki dünya bizim çocukluğumuzda ya da gençliğimizdeki dünyadan çok farklı diyebilirim. Biz belki de uyaran azlığı ve çevremizde bizi kuşatan bir dijital dünyanın olmaması hasebiyle daha çok teselliyi kitaplarda aradık ve bolca okuduk diyebilirim. Yeni neslin etrafını kuşatmış olan çok ciddi bir dijital uyaran bombardımanı söz konusu. Öyle ki günlük hayatta bile o dijital dünyadaki ışıltı ve sürekli değişen, sürekli yenilenen hareketlilik olmayınca çabucak sıkılma noktasına geliyorlar. Bunu görüyoruz. Bu şekilde yoğun dijital uyaran almaya alışmış bir neslin kitap okumaya teşvik edilmesi oldukça zor görünüyor. Ama yine de vazgeçmemek lazım, kitap okumanın ayrı bir tadı olduğunu bir şekilde yeni yetişen gençliğe aşılamaya çalışmak lazım.
İKRA: Röportaj talebimizi kabul edip zaman ayırdığınız ve çok kıymetli bilgileri bizimle paylaştığınız için Derneğimiz ve okurlarımız adına çok teşekkür ediyoruz.
Dr. A. M. YILMAZ: Ben teşekkür ederim Allah işlerinizde hayırlar ve muvaffakiyetler nasip etsin inşallah.
Röportaj: Emin ATALAY – Halil KENDİR – Erdoğan AYDIN