Ahmet BULUT (İlahiyatçı, Namaz Gönüllüleri Platformu Üyesi)

Ahmet BULUT (İlahiyatçı, Namaz Gönüllüleri Platformu Üyesi)

Ahmet BULUT (İlahiyatçı, Namaz Gönüllüleri Platformu Üyesi)

Hocam, ilk dönem namaz hakkında, yani sahabenin namaz anlayışı hakkında bilgi alabilir miyiz?

                Peygamber (sav)’e peygamberlik gelmesinden sonra öğretilen ilk ameli farz, namaz olmuştur. Cebrail (as) geliyor ve abdesti ve namazı öğretiyor. Mirac’a kadar müminler 2 rekât namaz kılmışlar, hatta ilk yıl sahabe bile farz derecesinde teheccüd namazı kılmıştır. Daha sonraki dönemde Peygamber Efendimiz (sav) için teheccüd namazı farz, sahabe için nafile olmuştur. Namaz, Mirac’la beraber 5 vakit olarak tayin edilmiş ve hem Peygamberimiz hem sahabe ömürlerinin sonuna kadar kılmış. Namaz, ne savaşta, ne hastalıkta, ne yolculukta asla terk etmedikleri ameli bir farz.

Mekke döneminde ne başörtüsü, ne içki var, zekât yok, hac yok, sadece imandan sonra üzerinde en çok durulan ibadet olmuş namaz. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda namazla ilgili doğrudan hitap eden 100 küsur ayet-i kerime var.Nisa 142’de münafıkların alameti anlatılırken onlar namaz kılmaz demez, onlar namaza üşene üşene kalkar, tembellik ederler, der. Müddessir Suresinde namaz kılmamanın tek başına Allah (cc) muhafaza ateşe düşürecek kötü bir eylem olduğunu görüyoruz ki, bu surede cennetlikler ve cehennemlikler konuşturulurken, cennetlikler cehennemliklere sorarlar: “Sizi ateşe düşüren, cehenneme sokan nedir?”, diye. Cehennemliklerde, “Biz namaz kılanlardan değildik. (43. ayet) Yoksula yedirmezdik. (44. ayet)”, derler. Namaz kılmamak tek başına bizi ateşe düşürebilecek bir eylem.

Namaz savaşta bile terk edilmesine izin verilmeyen, ki bunu Bedir savaşında görüyoruz, müslümanın olmazsa olmazı, yemek yemek gibi, içmek gibi hayatının merkezinde olan bir ibadet.

Gençlere bazen takılıyorum, Onlar, “Namaz kılmamaya çare var mı?”, diye soruyorlar. Ben de, “çocuk değilseniz, deli değilseniz, ölü değilseniz ve kâfir değilseniz namaz kılmalısınız. Onun dışında namazın terk edilmesine, savsaklanmasına asla Rabbimiz müsaade etmiyor.”

Medine-i Münevvere’de İslam Devleti kurulduktan sonra artık kabilelerin fevc fevc İslam’a girdiği bir dönemde Taif’den Sakif kabilesinin ileri gelenlerinden bir grup: “Muhammed ve ordusu her tarafı ele geçiriyorlar, bari biz kendi rızamızla gidelim de biraz taviz koparalım dercesine bir heyet Peygamber Efendimiz (sav)’e geliyor ve şöyle diyorlar:  “Ya Muhammed! Biz de Müslüman olmak istiyoruz ama birkaç şartımız var, bunları kabul edersen biz müslümanlığa gireceğiz. Peygamber Efendimiz (sav) soruyor: “Nedir şartınız?” Diyorlar ki: “Sana iman edenleri cihada götürüyorsun, biz buna gelemeyiz. Çoluk çocuk, malımız, mülkümüz var.” Efendimiz (sav), henüz imanla mükellef olmadıkları için “eh, olabilir.” diyor. “Peki, başka?” “Bir de zekât varmış, biz çalışıp çabalayacağız malımızın 40’ta birini fakir fukaraya vereceğiz, bu da bize ağır gelir.” Peygamber Efendimiz (sav) “eh, o da olabilir.” diyor. “Başka?” “Üç sene tâgiyeye yani Lât’a ibadet etmemize izin vereceksin”, dediler. Arkasından da üçten ikiye ikiden bire düştüler. Sonra “Taif’e varışımızdan itibaren hiç olmazsa bir ay olsun ibadet edelim, ki kavmimizin aşırılarıyla anlaşıp, onları yola getirebilelim.” dediler. Fakat Hz. Peygamber (sav) onlar için herhangi bir zaman vermeyi kabul etmedi ve iki sahabeyi onlarla göndererek, “Bunlar sizinle Tâif’e gelsinler ve Lât’ı yıksınlar.” dedi. Bunun üzerine onlar Hz. Peygamber (sav)’den namaz kılmaktan ve putları kendi elleriyle kırmaktan af edilmelerini istediler. Hz. Peygamber (sav)’de cevap olarak: “Putlarını kendi elleriyle kırmaktan onları affediyorum. Namaza gelince, rüküsu olmayan dinde hayır yoktur, içinde namaz olmayan bir günde hayır yoktur,” buyurdular.

Demek ki imandan sonra müminin olmazsa olmazı namaz. Sakif kabilesi namazı bu da bizden olsun dercesine kabul ediyor. Efendimiz (sav) buyuruyor ki: “Hele bir namaza başlasınlar akabinde hepsi gelecek.” Bir yıl geçmeden aynı kabile yine geliyor ve “Ey Peygamber! (sav) Biz zekâtı da vereceğiz, cihada da gideceğiz. Bu da gösteriyor ki, Ankebut suresi 45. ayetinde de buyurulduğu gibi “Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” ifadesinin tecellisi oluyor.

Peygamber Efendimiz (sav)’de görüyoruz ki; O, Medine-i Münevvere’ye gelenleri ilk önce birkaç gün misafir ediyor ve onlara ilk olarak ameli bir farz olan namazı öğretiyor.

Yine bir gün bir zat Müslüman olmak için Peygamber Efendimiz (sav)’e geliyor ve soruyor: “Nedir şartlarınız?” diye. Efendimiz (sav) İslam’ın şartlarını anlatıyor ve sonunda bir gün ve gecede 5 vakit namaz kılmak diyor. O zat “Tamam, bunların ne bir eksiğini ne bir fazlasını yaparım”, diyor ve Müslüman oluyor. Daha sonra Peygamber Efendimiz (sav); “Cennetlik görmek isteyen bu zata baksın.”, diye buyuruyor.

Peygamber Efendimiz (sav) ve sahabelerin hayatlarının merkezinde namaz var, aralardaki boşlukları güncel işleri ile dolduruyorlar. Biz ise işlerimizin arasına namazı sıkıştırmaya çalışıyoruz, namazı öteliyoruz ve bundan dolayı bereketini göremiyoruz. Peygamber Efendimiz (sav) güne namazla başlıyor ve günü yatsı namazı ile bitiriyor, yatsıdan sonra mecbur kalmadıkça dünya işleri ile meşgul olmayarak evine geçerek istirahat ediyor. Teheccüdle beraber geceye bir ara veriyor. Efendimizin (sav) hayatının her karesinde namaz var; sevindiğinde şükür için namaza, secdeye gidiyor, korku ve savaş anında yine namaza giderek Rabbine iltica ediyor. Sefere çıktığında yine namaz, seferden döndüğünde yine namaz. Efendimiz (sav)’in bir halini söyleyin ki namaz olmasın orda; her daim namaz var yani. Efendimiz (sav), “Kul namazda kiminle olduğunu bilseydi asla terk etmezdi.”, buyuruyor.

Efendimiz (sav)’in “namazı hafif tutun” sözünü bile yanlış anlamışız. Bugünkü tabir ile “İki takla bir bakla, Ya Rabbi gerisini sen sakla.” Şeklinde aradan çıkarılan bir namaz anlayışımız var. Halbuki Peygamber (sav)’in namazı öyle mi? Sahabe anlatıyor: “Öğlen vakti namaza durduğumuzda sıkışırdık ve abdest bozup tekrar geldiğimizde Efendimiz (sav)’i 1.rekatta bulurduk.” Şimdi, bizim en uzun namazımızı baz aldığımızda suyunun suyu bir namaz var.

Efendimiz (sav) cemaat ile namaz kıldığında ortalama 7 ila 10 tesbihi var. Bugün bizim cemaatle namaz kıldığımızda 3 defa zor söylüyoruz, tek başımızda kıldığımızda o tesbihi ya yapıyoruz veya yapamıyoruz.

Namaz kılamamanın 2 temel sebebi var. Birincisi Rabbimizle aramız açık, yani imanımızda problem var. İkincisi namaz bilincimizde problem var. Niçin namaz dediğimizde hem nefsimize hem de başkalarına namazı tavsiye ederken makul cevap verememişiz. Bunların altına daha birçok neden sıralanabilir ama temel sebepler bunlar.

Rabbimizi tanımıyoruz, buna örnek olarak Almanya’da yaşadığımız bir olayı anlatayım: Stuttgard’dan Düsseldorf’a tren yolculuğu yaparken bir rahibe ile tanıştık. Sorduk, ne iş yapıyorsun diye. Kilise’de görev yaptığını, 25 yıldır orda olduğunu, yaşlılarla ilgilendiğini ve neler yaptıklarını anlattı. Daha sonra asıl sormak istediğim soruyu sordum: “Nasıl bir Allah (cc)’a inanıyorsunuz?,” diye. Hepimizin bildiği teslis inancını ifade etti. Biraz daha açar mısın, ben bu konulara meraklıyım deyince, daha fazla bilgi sahibi olmadığını, sadece buna iman ettiklerini söyledi. “Müslümanların nasıl bir Allah (cc)’a iman ettiklerini öğrenmek ister misin?”, diye sordum. Bu sorumdan pek memnun olmadı ama ben Amene’r Resulü, Haşr suresinin son iki ayetini falan söyledim. Diken üzerinde durur gibi dinledikten sonra müsaade eder misiniz, benim çalışmam gerek diyerek ayrıldı. Tabii, o kalkıp gidince benim zihnimde bir şimşek çaktı. Aynı soruyu bir gayrimüslim bize sorsa, Müslüman olmak için, bir Cuma namazı çıkışı gelse ve herhangi bir kişiye sorsa; “Siz Müslüman mısınız?, Nasıl bir Allah’a inanıyorsunuz?” diye, acaba kaç cümle ile buna cevap verilebilir? Bunu katıldığım programlarda bir çok kişiye sordum ama istediğim cevabı bir iki yerde ya aldım, ya alamadım. İman ettiğimiz Allah (cc)’ı tanımıyoruz. Aynı muhataplara ikinci soruyu sordum; “Rabbimizi tanımak için ne yapmalıyız?” İbadet etmek lazım deniyor. Rabbimizi nasıl tanıyacağımızı bile bilmiyoruz. Efendimiz (sav) buyuruyor ki; “Elbisenizin eskidiği gibi imanınız da eskir. İmanınızı kelime-i tevhid ile yenileyin.”, diyor. Demek ki imanımızı beslememiz gerekiyormuş.

Namaz bilincimizi artırmalıyız. Niçin namaz kılıyoruz? İman ettiğimiz için, ahirete inandığımız için, Allah Resulüne (sav) benzemek için, ruhumuzun ihtiyacı olduğu için … vs ibadet ediyoruz. Yaratan yarattığını en iyi bilir ki, Allah (cc) buyuruyor: “Kalpler ancak zikir ile mutmain olur.” Bakara suresinde ise “Namaz en büyük zikirdir”, diyor. Demek ki en büyük zikir olan namazla bugünün insanı huzura, mutluluğa kavuşur. İnsanlar stres, sıkıntı, psikolojik sorunlar içinde, çünkü kalbini mutlu edecek, huzura kavuşturacak ibadetten, namazdan mahrum kaldığından dolayı.

Peygamberimiz anlatılırken camide cemaatle namaz kıldıran figür oluşuyor. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav) bir mahkemede kadı, ekonominin başı, zekâtla alakalı zenginlerin sorularını cevaplıyor, savaş öncesi ve sonrasında yapılması gerekenleri sahabeye anlatıyor. İnsanların şehir yaşantısında insanlara bir takım önerilerde, talimatlarda bulunuyor. Buradan şuna gelmek istiyorum; Hz. Peygamber ve namaz diyince, sadece camide, sadece bayramda, elbette bunlar var ama, bir banka müdürü, bir Anayasa mahkemesi Başkanı veya bir devlet başkanı hem kendisi hem de çalışanları için namaz konusunda nasıl bir örnek olabilir, ne yapabilir? Hz. Peygamber (sav)’i bu yönünü bugün nasıl örnek alabiliriz?

Taha suresi 132. ayeti kerimeden yola çıkarsak, “Ehline ve ümmetine namazı emret, sen de buna sabırla devam et. Biz senden rızık istemiyoruz, rızkı veren biziz, biz.” Bu ayeti kerime nail olunca Efendimiz (sav) kızı ve damadına 6 ay boyunca kapılarına gidiyor ve “Ey Ehli Beyt! Allah sizi arındırmak istiyor.”, diye namazı öğütlüyor. Çalışmak da ibadet denilerek namazı öteleyenler oluyor maalesef. Himayemizde bulunanlara Rabbimiz namazı emretmemizi söylüyor.

Cuma suresinin sonuna baktığımızda da görüyoruz ki önce namazı kılın sonra ticaret ile uğraşın. Her konuda namazın merkezde olması gerekiyor. Efendimiz bayram namazını mescidde kıldırmıyor. Namaza kadınları da, mazereti olanları da davet ediyor, onları namaz kılan kadınların en gerisine koyuyor. Önce Efendimiz (sav) bayram namazını kıldırıyor, o heyecanı yaşatıyor, önce erkeklere konuşma yapıyor, sonra kadınlara bayram sohbeti yapıyor. O güne dair bilgilendirme yapıyor, bayram heyecanını hep birlikte yaşıyorlar. Devlet başkanı olarak bütün tebâsını topluyor ve bayramı birlikte yaşatıyor. Ülkemizde 2 senedir Diyanet ile bunu Sultan Ahmet camisinde bu sünneti uygulamaya çalışıyoruz. Bu sene Çanakkale’de yaptık.

Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatına baktığımızda aile efradına ve çalıştırdıklarına namazı emredin ayeti gereğince onları tabiri caizse zorladığını görüyoruz. Kamuda, özellikle özel sektörde işçi işveren, amir memur ilişkisinde örneklemi yaparsak “niye karışıyorsun ki benim bu ibadetime, bu benim Allah ile kendi aramda bir ilişki diyor ve aynı zamanda da meşhur bir ayeti de söyleyerek kendisine delil getiriyor. “Dinde zorlama yoktur.”, dolayısı ile benim namazıma, orucuma niye karışıyorsun, niye bu hocalar benim namazıma niyazıma karışıyor diye bir serzenişte bulunuyorlar. Bu iki birbirine tezat gibi görünen durumu nasıl izah edebilirsiniz?

Öncelikle biraz Bektaşi hikâyesine benziyor, bizim o ayeti anlayışımız. Dinde zorlama yoktur ayetinden kastedilen murâdı yanlış anlıyoruz. Yani İslam’ı kabul etmemiş kişi için geçerli bu. Ama siz Müslüman olduysanız artık namaz kılmayacağım diyemezsiniz.  Namaz kılmamanın İslam fıkhına göre değişik cezai müeyyideleri var. Mezhep imamlarımızın hepsinin namaz kılmayanlara verilecek cezalara göre farklı görüşleri var. Sebebine gelince; Allah Resulünün ve sahabenin döneminde ben müslümanım deyip de namaz kılmayan bir Müslüman örneği yok. Namaz hayatın normal bir parçasıydı. Ondan dolayı İmam-ı Azam namaz kılmayan hapsedilir derken, diğer imamların kimi öldürülür, kimi dövülür demiş. Dolayısı ile namaz Müslüman olmadan önce muhayyerken İslam’ı seçtikten sonra namaz kılmıyorum diyemezsiniz. Namazsızlık bir hastalıktır, kötülüktür ve bu hastalığın, kötülüğün yaygınlaşmaması için orada dur denir.

Namazla ahlâk arasında nasıl bir ilişki var? 

Mekki dönemde iman ve ahlâk esasları var ve ameli farz olarak namaz var. Rabbimiz, sahabeyi 13 yıl boyunca namaz ile terbiye etmiş. Uzun uzun namaz ayetlerinde Ankebut 45: “Sana vahy edilen kitabı oku, namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki namaz kötülükten ve fuhşiyattan alıkoyar.”, buyuruluyor. Rabbimize günün 5 vakti hesap veren ve Allah (cc)’ın huzurunda olduğunu düşünen bir Müslüman ufak tefek kaçamaklarında kendine çeki düzen vermesine de sebep oluyor. Bir nev-i manevi terapi oluyor, bir fırsat buluyor.

Namazla, Rabbi ile arası açılan kişi her şeyi yapar. Ne demişler; “Kork Allah (cc)’dan korkmayandan.” Tekirdağ’da bir konferans sonrası bir emniyet mensubunun dediği: “Kapkaç çetesi var, toplumun başının belası. Biz onları içeri alırız, sonra onlar gene çıkarlar. Gene bir gün şikâyet oldu ve biz adresi bildiğimiz için gittik gençleri yakaladık. Ama enteresandır masanın üzerinde Cemil Tokpınar hocanın “Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?” adlı kitabı ve namaz hocası vardı, biri de namaz kılıyordu. Biz de latife yaptık: “Hayırdır gençler! Sektör mü değiştirdiniz?”, diye. “Hayır, memur bey. Rabbimiz ile buluştuk.” Bir daha o gençlerden bir problem, bir sıkıntı yaşamadık. Fakat biz oradan ayrılırken gençlerin elebaşısı olan kişi dedi ki: “Memur bey, yıllardır bizi Rabbimizden uzak tutanlar utansın.”

Demek ki toplumumuzda namaz yaygınlaşırsa şikayet ettiğimiz bir çok sorundan kurtulmuş olacağız.

Bir ilimizin cezaevinde 600 mahkum çocuğa namaz kılıp kılmadıklarını soruyorlar ve bu soruya hiç biri evet cevabı vermemiş. İkinci soruyu soruyorlar, “Ailenizde namaz kılan var mı?”, diye. Bir iki kişi evet demiş. Ben de bunu bir radyo programında ifade ettim: “Ey ahâli! Duyduk duymadık demeyin, namaz ile ilgili böyle bir ilimizde namazla alakalı sorun var.”, diye.

Namazda Rabbimizden aldığımız talimatı 2 namaz arasında da devam ettirmemiz gerekiyor. Günde 40 defa Fatiha okuyoruz, Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz, Bizi dosdoğru yola ilet, diye. Peki, namazdan sonra Allah (cc) ticaretimize karışıyor mu?, Siyasetimize karışıyor mu?, Ordumuza, sokağımıza, aile hayatımıza karışıyor mu? Niye? Söz verdik yalnız sana kulluk edeceğiz diye. Bu hale geldikten sonra ne hortumculuk olur, ne hırsızlık olur, ne edepsizlik olur, ne şu ne bu olur. Allah Resulü (sav) evlat katilini sahabe yaptı, namazla, Kur’ân ile. Eğer biz onların yolu üzerindeyiz diyorsak aynı neticeyi bugün de alabiliriz ki yaşadığımız bir çok olayda bunun örneklerini görüyoruz.

Özetleyecek olursak, hakkı verilen namaz bugün şikâyet ettiğimiz hem kendi hayatımızda, hem sosyal hem de siyasi hayatta ki birçok probleme çözüm olur.

Her mahallesinde camisi olan bir toplumda bu kadar çok çocuk suçlunun olması üzücü ve üzerinde ciddi anlamda durulması gereken bir konu. Zannediyorum, bu çocukların kâhir ekseriyeti ilkokul eğitiminden geçmiştir. Bunları yetiştiren öğretmenler de fakülte mezunu, artı bu fakülteleri de organize eden YÖK var. Bunlar toplumu yetiştirecek, yönlendirecek kişileri yetiştiriyorlar, kaymakamlar, valiler, polis teşkilatı, öğretmenler ... vd. ile birlikte toplumu yetiştirecek ve idare edecek insanları yetiştiriyorlar. Özellikle idari anlamda kişileri yetiştiren bu fakültelerde namaz, Allah, Kur’ân, toplumun dini ile olan ilişkilerini bilmesi, öğrenmesi açısından bu okullarda ilahiyat açısından neleri tavsiye edebilirsiniz?

Biz Müslüman bir milletiz, belki 1 asırdır sıkıntı yaşadık ama biz 1 asırlık bir millet değiliz. Bundan dolayı son bir asırdır maalesef Milli Eğitim sistemimiz Allah’sız bir eğitimle bugüne kadar hep hasredildi. İlahiyatlar ve imam hatip okulları bile bizim istediğimiz kadar İslam olsun diyerek kuruldu. Ama Allah (cc) bize merhamet etti de onların bu oyunu tutmadı, tuzaklar tersine döndü. Şimdi hem ilahiyat fakülteleri hem imam hatip okulları özüne hizmet etmeye başladılar.

2007 yılında bir anket yaptırdık. %99’u Müslüman denilen bir ülkenin %95’inin evinde Kur’ân-ı Kerim var, bunların %45’inde de Kur’ ân-ı Kerim’in Türkçe meali var, ama asıl sorumuz yarın hesaba çekileceğimiz ve bizim yaşam kılavuzumuz olan Kur’ân-ı Kerim’i sürekli ve düzenli okuyor musunuz, anlamak ve yaşamak için?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap maalesef rakam %5’lere kadar düştü. Hayat kitabımız ile bağımız kopmuş. Hayat bağımız koptuğu için namaz, dinle alakalı şeyler imam hatiplere hasredilmiş. Müslümanım diyen herkes ben Allah (cc)’a teslim oldum demektir. Gerçekten teslim oldun mu? Ülkemizde belli bir dönemde öğretmenlik yapmış bazı kişilerin İslam’la hiçbir bağı olmayan kişilerin tedrisatından geçmişiz. Mescidi olmayan üniversitelerimiz var. Düşünün daha 3-5 sene öncesine kadar okullarda namaz kılma suç unsuruydu. Uğur Dündar’ın programlarını hatırlayın. Şimdi çok şükür bu noktada sıkıntılar azaldı. Geçenlerde bir özel okulda sordum; mescidleri olduğunu ama Cuma namazlarına izin vermediklerini söyledi. Neymiş efendim, dışarıda bali koklarlarsa, başka bir şey yaparlarsa, bedenine bir zarar gelirse bunun hesabını veremem. Peki, bedenine gelecek bir zararın hesabını düşünüyorsun da âhirete müteallik hesabını nasıl vereceksiniz dediğimde, o kadar derine inme hocam cevabını veriyor. Hak verilmez alınır prensibince hakkımızı aramalıyız, çocuklarımızın dünyasını düşündüğümüz kadar âhiretini de düşünmeliyiz.

Hem Allah (cc)’ı sevmek hem de Allah (cc)’dan korkmak gerek. Diyanetin, Allah (cc)’ı, namazı anlatırken ki tavrı daha yumuşak gibi. Diyanet bu konuları nasıl anlatmalı?

Üslup hatası var. Rabbimiz cennetten bahsediyorsa biz de bahsedeceğiz, cehennemden bahsetti ise biz de bahsedeceğiz. Tebliğ cemaatinden bir arkadaş demişti: “Yemeğin suyu kadar cennetten, tuzu kadar cehennemden bahsedeceğiz.”  Rabbimizin Esma-i Hüsna’sına baktığımızda rahmeti gazabından önce. Ama Esma’sında intikam alıcı, cezalandırıcı olduğunu da görüyoruz. Hikmet boyutuyla girdiğinizde daha güzel sonuç alıyorsunuz. En çok nefret ettiğim şeylerden bir tanesi “şu namazı kılalım, borcumuzu üzerimizden atalım.”, söylemi. Bu şık bir söylem değil. Allah Resulü (sav) böyle görmemiş. Namazı aşığın maşuku ile buluşması olarak görmüş. “Kul namazda kiminle sohbet ettiğini bilseydi asla terk etmezdi.”, diyor. Namazın dışında da Rabbimizle olduğumuz bilincine varmamız lazım. Tabiri caizse namaz, yoğurdun, peynirin mayası gibi, dinimizin mayası, her daim Rabbimizle olduğumuz bilincinin mayası.

Bu minval üzere namazı yaygınlaştırmak, namaz kılmayı genelleştirmek için ne yapmamız gerekiyor? Bir hocamız randevularınızı şurada burada buluşmak üzere sözleşeceğiniz yere şu vakitte şu camide buluşalım şeklinde randevulaşmamızı salık vermişti.

Toplantılarımızı namaz merkezli, namazdan evvel, namazdan sonra şeklinde yapmalıyız. Bu nebevi metodu takip edemediğimiz için çalışmalarımızın bereketsizliği de buradan geliyor olsa gerek, Allah’u âlem.

Okumak ile namaz arasında nasıl bir bağlantı var. Malumunuz İKRA DERNEĞİ’mizin ana faaliyeti “okumak ve okutmak”.

En büyük problemimiz okumak. Maalesef istatistiklere baktığımızda okumanın ihtiyaç listelerine girmediğini, listenin 125. sıralarda olduğunu görüyoruz. Kitapla ciddi manada aramız açılmış, kitap ihtiyaç listemize bile girmiyor. Bir konferans sonrası Şükrü ARIKAN hoca bir şey söyledi. “Ahmet kardeş, güzel işler yapıyorsunuz ama bir eksiğiniz var.” “Nedir hocam eksiğimiz?” “Bu millet okumuyor. Okumayarak Rabbine isyanı başlattı. Ne olur, hiç değilse kendi sahanız ile ilgili kitapları okumaya teşvik edin. Söz uçar, yazı kalır.”, dedi. Bundan sonra her programda kendi sahamız ile ilgili kitapları teşvik ettim ve çok güzel neticeler aldık. Bir kitap okuyup da namaza başlayan yüzlerce örnek gördüm. İlk kitabım “Namaz Dirilişe Çağrı” adlı kitabım şu an 162. baskısını yaptı. Bu kitabı okuyan Sarıyer’de bir ailenin 6 çocuğu namaza başlamış. Kütahya Tavşanlı’dan bir kardeşimiz ve annesi, her ikisi de kitap okumayı seven, kitap sevdalısı kardeşler, hedeflerine 100 kişi koymuşlar, 30. namaz kardeşleri olmuş.

Osmanlılarda ilk öğretilen kelimeler, cümleler; “oku çocuk oku; çocuk çok oku, çocuk çok okudu…” Bu medeniyetin çocukları mı okur, yoksa ilk önce “yat Ali yat, uyu Ayşe uyu” diyerek öğretilen çocuklar mı okur?

Almanya Nünberg’de tarihi bir mekândayız. Alman gençlerin elinde kitap. Trene  bindik, hiç tereddütsüz, muhabbet eden birini görürseniz “selamun aleykum” deyin, mutlaka bizim insanımız çıkacaktır. Diğerleri ya gazete, ya dergi veya kitap okuyorlar. Pastaneye gittik, karı koca biri dondurma yiyor, biri kahve içiyor ama ellerinde kitap. Mehmet OKUYAN hoca güzel bir espri yakaladı: “Yarın Rabbim soracak; Okudun mu Ey Kulum?!”. İlk emri “oku” olan bir dinin mensupları kitaba para vermeyi enayilik olarak görüyorlar. Biraz teşvik edersek, gayret gösterirsek sonuç alırız.

Kitap okumayı teşvik ediyoruz ve şu an 100’ün üzerinde namaz bilinci ile alâkalı kitap yayınlandı. Söz, bir motivasyon veriyor ama kişi kitap okuduğunda kendi nefsini muhasebe ediyor, kendini hesaba çekiyor, tartıyor.

Hocam son olarak hali hazırda basın-yayında programlarınız var mı?

Eski verilen programlar hariç haftalık Moral Fm’de Perşembe günleri 17:30’da yayınlanan bir programımız var. Diğerleri eski programlar, canlı değil.

Ahmet hocam, bu güzel söyleşi için teşekkür ediyoruz. Umarız, bu söyleşimiz birilerinin namaza başlamasına vesile olur.

RÖPORTAJ: Erdoğan AYDIN