Bir gün, bir adam Sevgili Peygamberimize gelerek kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu. Sonra da Medine'ye yerleşti ve çobanlık yaparak helal rızık için çalışmaya başladı. Peygamberimiz yeni Müslüman olan bu kişiyle ilgilenmesi için sahabe-i kiramdan birini tayin etti. O günlerde bir savaş olmuş ve birçok ganimet elde edilmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ganimetleri Müslümanlar arasında taksim etti. Bir hisse de yeni Müslüman olan bu sahabiye gönderdi. Sahabi kendisine gelen ganimeti görünce ona bunun ne olduğunu sordu. Durum kendisine anlatılınca payına düşen ganimeti alarak doğruca Hz. Peygamber'e geldi. Kendisine gönderilen ganimet hakkında sorular sordu.
Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bunu senin için ayırdım.” buyurunca adam şu cevabı verdi: “Ben sana ganimet elde etmek için değil -eliyle boğazını göstererek- şuramdan vurulup şehit olmak ve cennete girmek için sana tabi oldum.”
Hz. Ömer (r.a.) “Şehit, kendisini Allah'a adayan kimsedir.” der. Buna göre şehitlik Allah’a adanmış bir hayatın şehadetle taçlandırılmasıdır.
Bunun üzerine Peygamberimiz “Eğer gerçekten doğru söylüyorsan ve Allah'a verdiğin sözü tutarsan Allah da sana istediğini verecektir.” buyurdu. Bu sahabi, kısa bir süre sonra yapılan bir savaşta tam da işaret ettiği yerden, boğazından vurularak şehit oldu. Peygamberimiz onu görünce “O, Allah'a verdiği sözü tuttu, Allah da ona dilediğini verdi.” buyurdu. Sonra onu kendi cübbesi ile kefenledi ve sahabe-i kiram ile birlikte cenaze namazını kıldı. Ardından da şöyle dua etti: “Allah'ım! Bu kulun senin yolunda hicret ederek şehit oldu. Ben de buna şahidim.” (Nesai, Cenaiz, 61.)
Yukarıda anlatılan olay sanki Peygamber (a.s.)’in şu müjdesinin gerçekleştiğinin ispatıdır: “Kim samimi olarak şehit olmayı Allah'tan dilerse yatağında bile ölse Allah onu şehitlerin makamlarına ulaştırır.” (Müslim, İmare, 157) Yani ona şehitliği nasip eder, onu gayesine ulaştırır ve şehadet mertebesine yükseltir. Zira şehitlik onu arzu eden ve şehitliğe layık bir hayat sürenlerin mertebesidir. Hz. Ömer'in ifadesiyle, “Şehit, kendisini Allah'a adayan kimsedir.” Şehit, hayatı boyunca Allah’a teslim olmuş, hayatının önceliğini Allah rızası olarak belirlemiş ve Allah için her şeyini feda etmiştir. Bu fedakârlığın zirvesi de canını Allah için feda etmek yani şehitliktir.
Şehitlik, peygamberlikten sonra bir insanın ulaşabileceği yüce bir mertebedir. Bu zirveye çıkmak için zirveyi hedeflemek, oraya çıkmayı gaye edinmek ve zirve mücadelesine başlamaktır. Şehitlik mertebesine ulaşabilmenin ilk yolu Allah’a teslim olmak ve ondan sonra Allah’ın çizdiği çizgiden (sırat-ı müstakim) sapmamak gerek. Peygamberimizin “Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol!” emri bu çizgiyi hatırlatır bize. Allah’a teslim olduktan sonra hayatta karşılaştığı sınavlarda tercihlerini Allah’ın rızası değil de başkalarının hoşnutluğu olarak yapanlar samimiyet sınavını da geçememişlerdir. Oysa şehitliğe inanmış bir yiğit için Allah ve onun rızası hep ön plandadır. Bu inanç ve sabır kişiyi şehitliğe hazırlar. Çünkü şehitlik, Allah için her şeyden ve en önemlisi candan geçebilmenin adıdır. Bu tercih zor ve bir o kadar da kazançlı bir alışveriştir. Allah için candan geçmek ve karşılığında şehit ünvanını almak Allah’a iman etmiş ve ona teslim olmuş gerçek müminler için kazançların en büyüğüdür. Bundan dolayıdır ki Bi'r-i Maune Savaşı'nda yaralanan bir sahabi sevinçle “Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki ben kazandım!” demiştir.
Kur’an’da şehitlerin hakikatte diri oldukları belirtilir ve bu nedenle onlara “ölü” denilmemesi istenir. Allah’ın şehitlere verdiği bu değer ve onlara vaad edilen mükâfat başta peygamberler olmak üzere tüm müminlerin şehitliği arzu etmelerini sağlamıştır. Örneğin Peygamberimiz bu arzusunu şöyle dile getirir: “Bu canı bu tende tutan Allah'a yemin ederim ki Allah yolunda savaşıp öldürüleyim sonra diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp tekrar diriltileyim, daha sonra tekrar öldürüleyim ve diriltileyim!” Görülmektedir ki Peygamberimizin ve sahabenin şehitliğe olan özlemi en üst seviyededir. Bu özlem şehide yakışır bir yaşam sürmenin bir sonucudur. Şehadet ise şehitlik özlemiyle yaşanmış bir hayatın, Müslümanca yaşamanın, Allah için fedakârlık yapmanın ve ona kavuşmayı arzu etmenin bir sonucudur. Hayatını Allah’a adayan kimsenin ölümü de Allah’a adanır. Bu yönüyle şehitlik adanmışlıktır. Şehit, hayatını da, ölümünü de, varlığını da Allah’a adamış ve şehadet makamına kavuşmuştur. Zaten Müslümanın hayatı da ölümü de Allah için değil midir? Şehit, bu hakikate canını feda ederek şahit olmuş kişidir.
“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab suresi, 23. ayet)
Şehitlik candan, canandan ve dünyevi olan her şeyden geçerek Allah’a yönelmektir. Çevremizde ya da bildiğimiz şehit olmuş kişilikleri gözümüzde canlandıralım. İlk dikkatimizi çeken şey bu kimselerin şehitliği arzu etmeleri ve buna göre bir hayat sürmeleri değil midir? Örneğin Hz. Ömer’in ömrü boyunca “Allah'ım! İsteğim ve arzum senin yolunda şehit olmak ve Resulü’nün şehri Medine’de ölmektir.” şeklinde dua ederdi. Hayatı boyunca her zaman Hakk’ın yanında ve batılın karşısında olan Hz. Ömer Medine’de şehit oldu ve isteğine kavuştu.
Şehitlik Allah’ın rızası ve cennet karşılığında candan geçmektir. Allah’a iman eden gerçek müminler hayatlarını, canlarını Allah’a feda ederler. Çünkü bir mümin için Allah’ın rızası bu dünyada elde edilebilecek en yüksek kârdır. “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.”(Tevbe, 111.)
İslam’ın şehide verdiği bu değer ve ona yüklediği yüce anlam müminlere şehadeti sevdirmiştir. Bu nedenle samimi her Müslüman evladının idealinde şehitlik vardır. Şehit denilince diller susar, içten içe bir gıpta ve hayranlık alır başını yürür. Müslümanların tarihi aynı zamanda şehitlerin tarihidir. Bu muhteşem tarihin arkasında yatan güç “ölürsem şehit kalırsam gazi olurum” inancıdır. Bu sebeple dünyada kendini şehitliğe hazırlamış bir toplumdan daha üstün hiçbir güç yoktur. Günümüzde gelişmiş silah teknolojisine rağmen Müslümanları diri ve dirençli tutan güç şehitlik inancıdır. Ancak bu inanca sahip insanlar düşman tanklarının karşısına çıkabilir. Ancak şehitliği en büyük kazanç sayan müminler uçaksavar mermilerinin karşısında göğsünü siper edebilir. Sırtını Amerika’ya dayamış münafık karakterli ihanet şebekesinin 15 Temmuz’da ülkemizde kalkıştığı hain darbe girişimine karşı Müslümanları dirençli kılan güç, gönüllerindeki şehadet arzusudur. Bu arzu ve gaye güçlü ve diri olduğu müddetçe izzet ve şeref bizden yanadır. Bu nedenle evlerimizde ve okullarımızda çocuklarımıza şehitliği sevdirmeli, şehide yakışan bir hayat sürmeyi onlara öğretmeliyiz.
Ahmet YAPICI