Yer Mekke’dir. İşkence merkezidir. Zaman, Peygamberimizin bisetinin 5. Yılları. Gâvur gâvurluğunu yapmakta. İsmi ve yeri önemli değil. Bazen Mekke olur, bazen İsrail, bazen Amerika, Bazen Patani, bazen de Türkiye… Zamanın neye gebe olduğu, tarihin ne beklediğini kim bilebilir ki.
Yer Mekke. Ammar işkence görmekte… Anne ve babası, Peygamberimin dili ve şehadetiyle cennettedir; belki de yavrularını beklemektedir. Ama zaman erken. Erken olduğu için Ammar işkencelerde…
“Allah’a ve peygambere küfredeceksin, yoksa ölürsün!” diye bastırır gâvurlar. Ölmek kolay da, bu işkencelere dayanılmaz ki. Keşke dayanılabilse ya da ölünebilse… Dayanılsa hiç Ammar Allah ve Rasulü’ne küfreder mi?! İmkânı yok… Ama küfrettirirler işte; “En büyük Lat ve Uzza’dır” der! Der ama içi de içini yer… Keşke ölseydi de demeseydi, dili tutulsaydı da söyleyemeseydi. Ama ölememiştir. Ölmek öyle kolay mı? Ölememiştir, ama o küfür sözleri de öle öle söylemiştir....
Salıverirler gâvurlar kendisini… Çünkü almışlardır istediklerini. Artık tutmaya gerek yoktur. Salıverirler gitsin!
Gidecek başka yer mi var? Koşa koşa peygamberinin yanına gelir. Yüzünde mahcubiyet; yüreğinde mahzuniyet. Mahcup, mahzun ve mağlub…
Ama O’nun inandığı peygamber farklıydı, başkaydı. Merhamet doluydu, rahmet çağlayanıydı. Henüz kendisi de tanımıyordu O’nu, cihan da… Böyle böyle tanıyacaklardı ama… Ne zaman düşseler, O kalkmaları için elini uzatacaktı; kemerlerini tutacaktı. Çünkü O, bir ismi Rahman bir ismi Rahim olan rahmet sahibinden alıyordu talimatlarını, elbet öyle olmalıydı…
Rahmet sahibinden beslenen rahmet peygamberi Ammar’ı görünce tebessüm eder ve “Kurtulduğun yüzünden belli” der.
Ammar’ın yüzü yerde “Vallahi kurtulamadım ya Rasulullah” der. Gönlünün bir tarafında az bir zaman önce elinden uçup giden ana ve babası, bir tarafında ise imanına küfretmenin tasası… Nasıl kurtulmuş olsun ki, peygamberi ne demek istiyordu ki acaba?
Tekrar eder “Vallahi kurtulamadım”
Efendimin her sesi/her seslenişi onun yürek yangınına su serpmektedir. Devam eder su serpmeye ve sorar şefkatle “Niçin?”
“Niçin mi? Ya Rasulallah ben… ben… ben senden vazgeçmek zorunda kaldım ey efendiler efendisi… Ben Allah’tan vazgeçmek zorunda kaldım. Yine putlara döndüm. Putlara övgüler dizdim. Döndürüldüm!”
Anam-babam cennetinde beni beklerken ben cehenneme mi gideceğim, ben ateşlere mi düşeceğim diye yanmakta Ammar. Ateşe girmemiş ama yanmakta. Ateşte yanmak ne ki? O ateşe girmeden yanmakta.
Sorar şefkat ve rahmet peygamberi “bunları söylerken kalbin ne söyledi Ammar? Ne hissetti? Hele sen onu söyle! Kalbin ne söylüyordu; bir geçiver dilini?!”
Kalp mi? Dil mi? Ammar bunu hiç hesap bile etmemişti. Şimdi şimdi hesap ediyordu.
Ateşlerde yanan Ammar titreyerek, utanarak, ürpererek fısıltıyla ve ama emin bir şekilde konuşur: “Kalbim mi? Kalbim iman doluydu Ya Resulallah. Kalbimde hiç tereddüt yoktu. Kendimden de tereddütüm yoktu.”
Ve sadece Ammar’a değil, tüm zamanlara ve tüm mekânlara ferman buyurur o Rasul: “Öyleyse sana vebâl yoktur Ammar üzülme… Üzülme ve bir daha seni sıkıştırırlar ve canını burnundan getirmeye çalışırlarsa bir daha söyle; korkma bu sana zarar vermez.”
Artık Ammar’ın sevincini izaha ve ifadeye ne kalem yeter ne klavye…
Öyleyse Ammar’ı bırakalım ve kendimize, kendi gönlümüze bakalım birazda:
Hemen çoğumuz hayır işlerinde, STK denilen gönüllü kuruluşlarda “çalışmaya çalışıyoruz”. Bu çalışmaları yaparken kalbimiz nasıl acaba? Şimdi kendimizi Ammar’la mukayese edelim, ama tersinden elbette!
Çalışmalara giderken, nöbetlerimizi tutarken, derslerimizi okurken, derneğimize-vakfımıza gelirken kalbimiz nasıl? Öyle ya kalbimiz “Of ya, gene mi?” diyorsa, “benden başkasını da bulamadılar ki kurtulalım” söylüyorsa!?
Dilimiz (elimiz, ayağımız, fiillerimiz) de diyor, kalbimiz ne söylüyor? Hiç düşündük mü? Kaç defa kendimizi sigaya çektik, kalbimizin ve dilimizin filmini çekip de gerçeğine baktık?
Demiyorum ki, diliniz “of ya!” diyorsa, kalbinizle aynı yolda yürümüyorsa “bırakın bu işleri”! Asla ve kat’a böyle demiyorum. Böyle demekten de, anlaşılmaktan da Allah’a sığınırım.
Şunu diyorum: Kalbinizi ve dilinizi kontrol edin! Eğer diliniz ile kalbiniz bir değil ve çelişki halinde ise, kalbinizi dilinize uyarlayın, ona yönlendirin ki size merhamet olunsun. Aksi halde kalbinizi boş bırakır da, eğitmeye çalışmaz iseniz korkarım ki, ayağımız kayar.
Çünkü Ammar’a müjde veren o Rasul, “Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün/iyi olur. Sultan bozuk/kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.” (Ebu Davut ve Beyhaki-Şuab’ül İman) buyurarak bir büyük tehlikeye işaret etmiştir.
Yine bir başka emir ve tavsiyelerinde de “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhari) buyururlar.
Yok canım benim kalbim bozulmaz/kaymaz demeyin. Rasul’den nasihatler dinlemeye ve yolumuzu düzeltmeye, ufkumuzu çizmeye devam edelim:
“Şehr b. Havşeb der ki, bir heyet olarak Ümmü Seleme validemize giderek dedik ki: “Ey Mü’minlerin annesi, Allah Resulü senin yanında iken en çok yaptığı dua ne idi?” Onun en çok yaptığı duanın şöyle bir dua olduğunu söyledi:
“Ey Kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dinin üzere sabit kıl.” ben kendisine “Ey Allah’ın resulü neden bu duayı çokça yapıyorsun.” diye sordum. Şöyle buyurdular: “Hiç kimse yoktur ki onun kalbi Allah’ın parmakları arasında olmuş olmasın, dileyenin kalbini düzeltir, doğru yola kor, dileyenin de kalbini kaydırır, yoldan çıkar.” (Tirmizi)
Rabbim, merhametiyle Ammar’ı imtihan etmiş, teste tâbi tutmuştu. Şimdi de bizleri aynı imtihana ve teste tâbi tutuyor.
Ammar Mekke’de idi, biz Türkiye’de… Onun karşısında görülen düşmanlar ve gâvurlar vardı, bizim karşımızda/içimizde görünmeyen (veya dost gibi görünen) düşmanlar ve nefsimiz…
O işkence görüyordu, biz refah içinde yüzüyoruz. Rahat içinde imtihan oluyoruz.
O’nun dili yamulmuştu, kalbi kavi idi. Bizim nasıl ve/veya neremiz yamuk neremiz kavi? Bize dil için de kalp için de yamukluk yakışmaz. Çünkü işkence edenimiz yok. Bize kavi olmak düşer. Çünkü ümmet bizden imdat bekler. Yok eğer dilim kavi, amma kalbim yamuk ise; eyvahlar! Hemen kalbimizin imarı ve kavileşmesi için mücadeleye başlamak gerek. Çünkü yukarıda konuşan Rasul idi ve “kalp bozulursa tüm beden bozulur” diyordu. Cennet ise “bozuk” olanları kabul etmez.
Haydi yeniden ve yine bir mücadeleye: Kalp inkılâbı için, kalp diriliği için mücadeleye…
Bismillah!
Derneğimizin faaliyetlerini inceleyebilirsiniz.
Siz değerli üyelerimiz için bilgi ve birikimlerini bizlere aktarabilecek tüm eğitmenler ile söyleşiler gerçekleştiriyoruz.
01Her ay siz değerli okurlarımız için birbirinden seçkin konuklarımız ve yazarlarımız ile hazırladığımız dergiler çıkartıyoruz.
02Öğrenci kardeşlerimiz için eğitimlerine destek olmak için düzenli olarak burs vermekteyiz. Sizlerde burslarımıza başvuru yapabilirsiniz.
03Derneğimizin kuruluş amaçları içerisinde ilim ve kültür faaliyetleri yaparak toplumumuz için faydalı bilgiler vermekteyiz.
04Derneğimiz sizlere ilim ve kültürel bilgiler ile zengin kitapları önermekte ve sizler için daha faydalı olabilecek bilgileri sizlere vermektedir.
05Derneğimizin gündeme dair bilgiler alabileceğiniz değerli yazarlarımız ile ilim ve kültürel bilgilerinizi zenginleştirebilirsiniz.
06