İslam dininin en güzel yılları hiç şüphesiz ki, Al-i Şan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, “Asırların en hayırlısı benim asrımdır.”1 buyurduğu “Asr-ı Saadet” dönemidir. Kâinat, Risalet nuruyla aydınlanmış, Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun güzide ashabı, o ulvi ve kutsi zamanın en kıymetli ziynetleri olmuş ve insan neslinin ulaşabileceği en son seviyeye nail olmuşlardır.
Sahabe-i Güzin Efendilerimiz, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e gösterdiği bağlılık ve teslimiyet, verdiği destek; hem hayatında hem de vefatından sonra İslâm’ın yayılması ve doğru anlaşılması için yaptıkları çalışmalar sebebiyle, dinde önemli bir yere sahiptirler. Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eğitimi sayesinde yepyeni bir hayata kavuşmuş, bizzat Resûlullah (s.a.v.)’tan öğrendikleri İslâm’ı en güzel bir şekilde yaşamış ve kendilerinden sonra gelen ümmete birer üsve-i hasene olmuşlardır. Bundan dolayıdır ki, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ümmetin, Sahabe-i Güzin Efendilerimizi örnek almasını tavsiye etmiş ve sahabe çizgisini, getirdiği dinin ve inşa ettiği İslam nizamının devamı olarak göstermiştir.2
Ashab-ı Kiramın İslam’ı yayma ve Resûlullah (s.a.v.)’ı koruma ve O’na sahip çıkma uğrunda yaptığı fedakârlıklar, kendilerinden sonra gelen nesilleri imrendirecek ve hayrette bırakacak niteliktedir. İslamiyet onların bu davranışları sayesinde kök salıp yayılmış ve sonraki nesillere ulaşmıştır. Sahabelerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’i kendilerinden sonra gelen nesillere tanıtmada önemli rol üstlendikleri bilinmektedir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) ve O’nun şahsiyeti hakkında bilinenler, sahabenin naklettiği tespitlerden ibarettir. Kur’ân-ı Kerim’in sure ve ayetlerinin iniş sebepleri, hadislerin vürud sebebi, Kur’ân hükümlerinin pratik hayata tatbiki ve açıklanması ile Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in Peygamberliği süresince yaptığı icraat ashabın nakilleri sayesinde bilinmektedir.
“Kur’ân-ı Kerîm’in “insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”3 diye tanıttığı Sahabe Efendilerimiz, ümmet içinde en değerli ve faziletli nesil kabul edilmektedir. Bu değer ve fazileti, taşıdıkları güçlü iman ve örnek davranışları sayesinde elde etmişlerdir. Onlar, İslam’a girdikleri ilk andan itibaren güçlü bir imanla kabul ettikleri yeni dinin gereklerini tam bir teslimiyetle yerine getirmişlerdir. Bu yeni dine girmeye ve onu yaşamaya zorlanmadıkları halde onların büyük bir kısmı ömrünü Resulullah (s.a.v.)’ın yanında geçirmiş, onunla savaşlara katılmış ve İslam’ın yayılması için gayret göstermişlerdir. Bu süreçte İslam karşıtları tarafından tehdit ve işkencelerle, hatta ölümle karşılaşan, yurtlarını, mallarını, eşlerini ve çocuklarını terkedip başka yerlere hicret etmek zorunda kalanlar olmuş ancak inançlarından dolayı, Allah’a ve Resulüne olan bağlılıklarından taviz vermemişlerdir. Cenâb-ı Hak Ashâb-ı Kiramı Kur’ân’da övmüş ve mutedil bir ümmet olduklarını4, Allah ve Resulüne iman edip tam bir teslimiyet gösterdiklerini ve büyük ecir kazandıklarını5 Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduğunu ve ebedî kalacakları cennetin onlar için hazırlandığını6 bildirmiş; Allah’a ve Resulüne yardım eden sâdık müminler olduklarını7 ihtiyaç içinde bulunmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ettiklerini ve kurtuluşu hak ettiklerini8, gerçek müminler olarak bağışlanacaklarını ve âhirette cömertçe rızıklandırılacaklarını9, haber vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de fedakârlıklarını birlikte yaşayarak gördüğü ashaptan bahsederken onları “insanlık tarihinin en hayırlı nesli”, “ümmetin en hayırlıları”10, “cehennem ateşinin yakmayacağı kimseler”11, “cennetlikler”12, diye tanıtmış, ayrıca ümmetin onlara ikramda bulunmasını13, iyilik etmesini14 ve kendilerini çekiştirmemesini15 istemiştir.”16
Ashab-ı Kiram gökteki yıldızlar gibi17 kendilerinden sonraki zamanlarda yaşayanlara doğru yolu bulmada bir pusula niteliğinde yol gösterdiler, yön verdiler, örnek oldular. Onlar, bütün his ve davranışlarının, söylem ve eylemlerinin Allah rızasına muvafık olmasının gayretini gösterip bu minval üzere yaşadılar. Bir gün Allah Rasulü (s.a.v.) Beni Nadir’den alınan ganimetleri Muhacir’lere taksim etmiş, Ensar’dan da ihtiyacı olan üç kişiden başkasına vermemişti. Daha sonra Ensar’a hitap ederek: “Dilerseniz daha önce Muhacirler’e verdikleriniz onlarda kalır, siz de bu ganimetten pay alırsınız. Dilerseniz verdiklerinizi geri talep eder, bu ganimetin tamamını onlara bırakırsınız.” buyurdu. Bunun üzerine Ensar büyük bir diğergâmlıkla, mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederek şu güzel cevabı verdiler: “Ya Rasulallâh! Muhacir kardeşlerimize hem mallarımızdan ve evlerimizden hisse veririz, hem de ganimetin tamamını onlara bırakırız”. Bunun üzerine, samimi bir fedakârlıkla yapılan infakların kulu kurtuluşa erdireceğini müjdeleyen şu ayet-i kerime inzal oldu: “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”.18 Ashabın, mümin kardeşini kendi nefsine tercih edişini gösteren bu tablo ne muazzam ve güzel bir İslâm ahlâkı sergilemektedir.
Cabir (r.a), Ensar’ın Muhacir kardeşlerine olan îsâr ve diğergâmlığını şöyle anlatır: “Ensar, hurmalarını devşirdiklerinde/topladıklarında bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafa hurma dallarını koyar(ak o tarafı çok gösterir), Muhacirler’e, “Hangisini tercih ederseniz alın”. Derlerdi. Onlar da (çok görünen yığın Ensar kardeşlerimizin olsun diye az görünen yığını alırlar) ve böylece hurmanın çoğu Muhacirler’e gelirdi. Ensar da bu yolla az olan kısmı kendilerine bırakmış olurlardı...”19 Çünkü Ensar, içinde yaşadıkları toplumun maddî ve manevi sıkıntı ve problemlerinden kendilerini mes’ul hisseden zirveleşmiş bir ruh ve hassas bir vicdana sahiptiler. Muhacirler de maruz bulundukları onca sıkıntılara rağmen mümkün olduğunca müstağni bir hayat yaşayıp kimseye yük olmamaya bilakis yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Zira onlar dünya nimetlerini nefislerine tahsis etmek yerine infak yolunda seferber ederek imanın vecd, lezzet ve halâvetini tercih ediyorlardı.
Ashab-ı Kirâm, Cenab-ı Hakk’ın kendilerine emanet ettiği dünyevi makam ve mevkileri hiçbir zaman gurur ve kibir gibi nefsanî bir üstünlük vehmine alet etmemiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her halükarda ki mütevazı yaşayışını kendilerine hayat düsturu edinmişlerdir. Nitekim Selman (r.a) Medain Valisi iken, Şam’dan Teymoğulları kabilesine mensup bir zat gelmişti. Yanında bir yük de incir getirmişti. Selman (r.a.)’ın sırtında bir elbise, bir de aba vardı. Şamlı, Selman (r.a.)’ı tanımıyordu. Onu bu hâlde görünce de: “Gel şunu taşı!” dedi. Selman (r.a.) gitti, yükü sırtlandı. Halk kendisini görünce tanıdı. Adama: “Yükünü taşıyan bu adam Validir!” dediler. Şamlı: “Özür dilerim, seni tanıyamadım.” dedi. Selman (r.a): “Zararı yok, yükü evine götürene kadar sırtımdan indirmeyeceğim.” dedi.20 İşte Selman (r.a.)’ın bu hali, hangi makam ve mevkide bulunulursa bulunulsun, her halükarda tevazû ehli olmayı gerektirir.
Al-i Şan Peygamberimiz (s.a.v.)’in mübarek sözleriyle sabittir ki Sahâbe-i Kiram, kıyamete kadar gelecek bütün bir beşeriyete müstesna bir numune olmuştur21. Onları böylesine müstesna bir mertebeye yükselten Nebevî terbiye ile yetişmeleridir. Her müminin gönül ufkunda Nebevi terbiye potasında/sahabe örnekliğinde yetişmek-yetiştirmek olmalıdır. Ashâb-ı Kiram’ın, mazilerindeki cahiliye devri itibariyle çorak araziye benzeyen gönül âlemleri, Allah Resulü (s.a.v.)’in sohbet meclislerindeki manevi iklimin rahmet ve bereket sağanaklarıyla yoğruldu. Bu sayede, vaktiyle üzeri toprakla örtülmüş bulunan nice fazilet ve mana tohumları neşvu nema imkânı buldu. Cahiliyle devrinde kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar katı kalpli, merhametsiz, vicdansız, hak ve hukuk tanımaz insan eridi, kayboldu. Aynı siluet içinde, fakat bu defa gözü-gönlü yaş dolu, diğergâm, ince, hassas ve faziletin zirvesinde bir insan hüviyeti teşekkül etti. Onlar, Allah Resulü (s.a.v.)’in manevi terbiyesiyle dünyanın en mümtaz insanları haline geldiler. Onlar, Kerim Kitabımız Kur’ânı, insanı ve kâinatı okumayı başarabildikleri nispette iç âlemleri, azamet-i ilâhiye karşısında incelip rikkat kazandı.
Kâinatın bir benzerini daha görmediği/görmeyeceği bu güzîde Peygamber talebeleri, bütün istifhamlarını Allah Rasûlü (s.a.v.)’in gönül âleminden aldıkları feyizlerle bertaraf ettiler. Yine O’nun ruh feyzini kendilerine yegâne sığınak, barınak ve dayanak edinip sonsuzluğun seyyahı oldular. Onların dünya hayatına ait bir endişeleri yoktu. Onlar, her gittikleri yere Allah Resulü’nün kimliğini taşıma gayreti içindeydiler. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkı olan Kur’an’ı öğreniyor, okuyor, hissediyor, gönüllerinde hazmediyor; sözleriyle, davranışlarıyla, halleriyle ve ahlâklarıyla tebliğ ediyorlardı. Yine onlar, toplumdaki bütün olumsuzluklardan kendilerini sorumlu tutan bir ruh yüceliğine ulaşmışlardı. Tebliğ hayatları boyunca nice ham ruhların yanlış söz ve davranışlarına maruz kaldılar. Fakat Allah yolunda çektikleri bu sıkıntılardan dolayı hiçbir zaman incinmediler, taviz de vermediler.
Sahabe-i Güzin Efendilerimiz dinleri uğruna her türlü meşakkate katlandılar. Çoğu zaman aç, susuz kaldılar, dayandılar. Bazen bir hurmayı üç-beş kişi paylaştılar; ama hallerinden şikayet etmediler. Ekseriyetinin evi barkı hiç olmadı, hep mescidin bir köşesinde yatıp kalktılar; fakat fakirliklerini mahrumiyet bile saymadılar, aldırmadılar. Kovuldular, dövüldüler; kızgın çöllerde ateşten kumlara yatırıldılar, koca koca kayaların altında bırakıldılar. Binbir türlü işkencelere maruz kaldılar; ne var ki onlar sabrettiler, hep sabrettiler. “Hicret” denince, yurda-yuvaya kısacık bir veda nazarı atfedip hemen sefere koyuldular; “Mücahede” emrini duyunca aileleriyle helalleşip yola revan oldular; cihanın dört bir yanına irşad seferleri yapmak icap edince de sevdiklerini Allah’a ısmarlayıp en uzak diyarları vatan tuttular. Gün geldi, o ızdıraplı dönemi arkada bıraktılar; Cenâb-ı Allah önlerini açtı, hepsi muzaffer birer kahraman oldular. Dünya yüzlerine gülmeye başladı, her birine ganimetten bir miktar ayrıldı; çok büyük servetlere kavuştular. Bazıları vilayetlere vali olarak atandılar, kimileri de daha başka idarî vazifeler aldılar. Dünya değişti, onları kuşatan zorluklar geçip gitti ama onlar hiç değişmediler. Vali oldukları zaman bile ekmeklerinin yanına bir katık istemediler. Ganimetleri kendileri için harcamadılar, mal-mülk-makam sevdasına asla kapılmadılar. Onlar hep ahireti düşündüler, hep öteler mülahazasıyla soluklandılar.
Sahabe Efendilerimizdeki dini hassasiyete ve İslami heyecana derin bir özlem duyan Tabii’nin büyüklerinden Hasan-ı Basri Hazretleri, çağdaşı olan insanların hayatları ile sahabenin yaşayışını kıyaslayıp çok üzüldüğü ve şöyle dediği rivayet edilir: “Yetmiş Bedir gazisine yetiştim. Onların çoğunun elbisesi basit bir yün kumaştan ibaret idi. Siz onları görseydiniz deli sanırdınız; onlar da sizin iyilerinizi görselerdi artık ahlâkın kalmadığına hükmeder, kötülerinizi de görselerdi onların hesap gününe bile inanmadıklarını söylerlerdi.” Sahabe-i Kiram Efendilerimiz günümüz Müslümanlarını görselerdi acaba ne derlerdi? 22
Kaynakça
1)- Buhari, Şehâdât 9. 2)-Tirmizî, Îmân, 18. 3)-Al-i İmran Suresi, Ayet 110. 4)-Bakara Suresi, Ayet 143. 5)-Al-i İmran Suresi, Ayet 172, 173. 6)-Tevbe Suresi, Ayet 100. 7)-Haşr Suresi, Ayet 8. 8)-Haşr Suresi, Ayet 9. 9)-Enfal Suresi, Ayet 74. 10)-Müsned, 5, 350. 11)-Tirmizi, Menaķıb, 57. 12)-Müttaki el-Hindî, 11, 539. 13)-Tayâlisî, s. 7. 14)-Müsned, I, 26. 15)-Buharî, Fezailu ashabinnebi,4; Müslim, Fezailü’s-sahabe,221, 222. 16)-TDV İslam Ansiklopedisi. 17)-Aclûnî, Keşfü`l-Hafâ, 1:132, Hadis No: 381. 18)-Haşr suresi, ayet 9. 19)-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 40. 20)-İbn-i Sa’d, Tabakât, IV, 88. 21)-Aclûnî, Keşfü`l-Hafâ, 1:132, Hadis No: 381. 22)-Hilyetu`l-Evliya, Ebu Nuaym