Surda Bir Gedik Açsak Mi?

Surda Bir Gedik Açsak Mi?
  • 02 Ağustos 2017
  • İkra Derneği

Surda Bir Gedik Açsak Mi?

Karganın biri ormanda seke seke yürüyen güzel bir keklik görmüş. Kekliğin güzelliğine ve alımlı yürüyüşüne hayran olmuş. Büyük bir keyifle onun yürüyüşünü seyretmiş. Ardından her gün gelip kekliğin yürüyüşünü seyretmeye başlamış. Kekliği gördükçe ona gıpta ile bakıyor ve onun gibi yürümek istiyormuş. Kendini o kadar kaptırmış ki nihayet tek gayesi kek­lik gibi yürüyebilmek olmuş. Bu amaçla her gün onu taklit etmeye başlamış. Ancak keklik bu du­rumdan rahatsız olmuş.
 
– Ne kadar benzerse benzesin, hiçbir şey aslı gibi gerçek olamaz. Benim gibi yürüme çaban boşunadır. Bu sevdadan vazgeç, demiş.
 
Fakat karga bu arzusundan bir türlü vazgeçmemiş ama keklik gibi yürümeyi de öğrenememiş. Zavallı karga kendi yürüyüşünü de unutmuş. Sonunda ne karga gibi yürüyebilmiş ne de keklik gibi yürümeyi öğrenebilmiş. Gülünç du­ruma düşmüş.
 
Kelile ve Dimne’de geçen bu hikâye esasında biz Müslümanların halini anlatır. Kur’an gibi bir yol göstericiye, Hz. Muhammed gibi örnek bir öndere ve İslam gibi muhteşem bir değerler sistemine sahip olan günümüz Müslümanlarının içler acısı durumu da bu hikâyedeki kargadan farksız değil midir?
 
Önceliğimiz; Batılı yaşam tarzının, İslamî kimliğimizi ve kültürümüzü kuşatan bir tehdit olduğunu fark etmektir.
Bir yandan modern (Batılı)  yaşamın gereklerini yerine getirme çabası, öte yandan Müslüman olmanın gereklerine göre yaşamak derken, ne modern olabilen ne de Müslümanca yaşayabilen bir konumda değil miyiz hepimiz? Hayatımız modern kimlikle Müslüman kimliği arasındaki çelişkilerle dolu değil midir?
 
İçinde yaşadığımız dünya, Allah’ı günlük hayatın dışına itmeyi amaçlayan modern bilim ve düşünceye dayanır. Bu anlayış gündelik hayatı zevk ve eğlence üzerine inşa eder. Lüks, gösteriş ve moda merkezli bir tüketim kültürünü bize dayatır. Maddeci, bencil ve çıkarcı bireyler yetiştirmeyi amaçlar. Her türlü ahlaksızlık, seviyesizlik, fuhuş ve düşkünlük, özgürce yaşamak olarak takdim eder. Bu anlayışla üretilen teknoloji, insanları yalnızlaştırarak bağımlı hâle getirmekte ve insanlar hem cinslerinden giderek uzaklaşmaktadır. Böyle bir kuşatma ortamında İslamî bir hayat sürülebilir mi? Sorumuz bu…
 
Faizin ekonomik hayatın olmazsa olmazı sayıldığı kapitalist bir sömürü düzeni, tüm dünyada hüküm sürmektedir. Böylece bir kısım insanlar servetlerine servet katarken birçok insan da açlık sınırında yaşam mücadelesi vermektedir. Paylaşmak yerine daha çok kazanmayı ve biriktirmeyi amaçlayan kapitalist ekonomik düzen sadece Müslümanları değil, dünyadaki diğer insanları da sömürmektedir. Ortalama her insanı herhangi bir nedenle faizli banka sistemine bağlayan bir yapı içinde yaşıyoruz. Böyle bir ekonomik çark içinde Müslümanca yaşamak elbette büyük bir gayret ve hassasiyet ister.
 
Cebinde küresel kapitalist sisteme hayat veren üç-beş banka/kredi kartıyla gezen bir Müslüman çoğunluk söz konusu… Üstelik üretmeden tüketen, kazanmadığı parayı bankalara borçlanan, lüks ve gösteriş amacıyla kazancını israf edenler de cabası… Böyle bir kitle faiz ve sömürüye dayalı dünya sistemi için can suyu değil midir? Bu görüntü altında “kahrolsun kapitalizm” sloganları atmak dünyadaki Yahudi merkezli ekonomik sisteme zarar verebilir mi? Yahut bu sistem içinde Müslümanlar, haramlardan arınmış bir yaşam sürebilir mi? Elbette bu sorular sorması kolay ama cevaplaması zor sorular. Ama muhasebe yapmamız için sormamız gereken sorular…
 
Tabiat boşluk kabul etmez, sözünü duymuşsunuzdur. Boşluklar iyi, doğru ve faydalı şeylerle doldurulmadığı zaman kötülükler orayı işgal eder. Örneğin; bir insan, tarlasını işlemez, ona emek verip ekime hazır hâle getirmez ve onu başıboş bırakırsa, bir süre sonra tarlanın zararlı ot ve taşlarla işgal edildiğini görürsünüz. İnsan aklı, kalbi ve zamanı da toplumsal hayat da böyledir.
 
Kur’an ve Sünnetin ortaya koyduğu, hayatımızın her alanını ilmik ilmik dokuyan hayat tarzı terk edilirse, o zaman farklı hayatların, kimliklerin insanı olmaya başlarız. Bir süre sonra da yaşadığımız hayatı meşrulaştırmaya, ardından da onun gibi inanmaya başlarız. Bu yolun sonunda da kendi inançlarımızdan kopmaya kadar savrulabiliriz. “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözünü destekleyen onlarca örnekle karşı karşıyayız bugün.  Örneğin; bir Batılı gibi düşünen ama Müslümanca yaşamaya çalışan ya da Müslüman gibi düşünüp bir inkârcı gibi yaşayan insanlara çokça şahit oluruz. Hâl böyle olunca dünyada daha çok kazanmak ya da eğlenmek için yorulmaksızın büyük bir hırsla koşturup duruyoruz çoğu zaman. Ancak İslamî bir hizmet ya da hayırlı bir çalışma için çağırıldığımız zaman mazeret üstüne mazeret üretip bir kenardan sıvışabiliyoruz. Sadece Allah için yapılması gereken bir güzel davranışı;  facebook, twiter gibi sosyal medya aracılığıyla tüm dünyanın gözlerine sokarak ondaki samimiyet ve ihlası kolayca yok edebiliyoruz.
 
Sorumluluğumuz; iyilikleri çoğaltmak için çalışmak ve tüm dünyayı güzelleştirmektir.
Kötülerle iyi geçinmek için onların mahallesinin ve kötülüklerinin bekçiliğini yapmak değildir.
Kişisel gelişim adı altında her gün kutsanan nefsimiz, benliğimiz ve itibarımıza söz söyletmezken; dinimiz, inancımız ve kutsal değerlerimiz için tepkisiz kalabiliyoruz. İnsanların sevgisini, hatırını ve üzülmemelerini dikkate alırken çoğu zaman Allah’ın hatırını görmezden gelebiliyoruz.
 
Zaman öyle bir hâle geldi ki Allah rızası için verilen mücadeleler yerini maalesef para, makam, gösteriş ve itibar yarışına bıraktı. Sıkıntılı ve çileli yıllarda sabır ve samimiyet sınavında başarılı olduğuna hüsnü zan beslediğimiz kimi insanlar bugün farklı dünyaların mensubu ve farklı gayelerin takipçileri oldular.
 
İslam’ı yaşamayı, güzel ahlakı, Allah için koşturmayı (cihadı) ve paylaşmayı sanal âleme, sosyal medyaya hapsedip gerçek hayatta zevk ve gaflet içinde kaybolup gitmekteyiz. Evet, rahatımız yerinde, arabamız, evimiz, işimiz ve güzel bir hayatımız var. Ama bizi biz yapan yüklerimizin her geçen gün elimizden kayıp gittiğinin farkında mıyız?
 
Büyük bir erozyon yaşadığımızı unutmamalı, değiştirmeye, düzeltmeye azmettiğimiz gayri İslamî bir yaşam tarzının bizi bozmasına, bizi kendine benzetmesine izin vermemeliyiz. Sorumluluğumuz; kötü insanlarla ve onların ürettiği kötülüklerle mücadele edip orayı güzelleştirmektir, iyiliği tüm dünyada hâkim kılmaktır. Görevimiz kötülerle iyi geçinmek için onların mahallesinin ve kötülüklerinin bekçisi olmak değildir.
 
Bu çelişkili ve zikzaklarla dolu yolda ne yapmalı, nasıl yürümeliyiz? Evvela yolculuğun tek başına olmayacağını, olmaması gerektiğini belirtelim. Eskiler “önce yol arkadaşı, sonra yol” derler. Bireyleri ahtapot gibi kuşatan böylesi bir hayat tarzına karşı kişinin tek başına mücadele etmesi ya da bu mücadeleyi sonuna kadar tek başına sürdürmesi zordur. Bu nedenle yol, iyi insanlarla birlikte yürünmelidir. Yorulduğumuz zaman dayanabileceğimiz, düştüğümüz zaman elimizden tutup bizi kaldıracak, hata yapacağımız zaman bizi çekip alacak insanlara ihtiyacımız var. Modern dünyanın bize dayattığı bireysellik virüsünü İslam’ın cemaat, kardeşlik anlayışı ile aşmak zorundayız. Yoksa herkes kendi dünyasında, kendi adasında kaybolup gidecek.
 
İkinci olarak günümüzde Kur’an’ın eğitici mesajıyla ve Peygamberimizin örnek ahlakıyla hayat bulan güçlü kişiliklere ihtiyacımız vardır. Bu güçlü kişilikler; kötülüklere ve haksızlıklara karşı duyarlı, şükür ve kanaat sahibi, mütevazı, doğru, fedakâr ve samimi olmalıdır. Bulunduğu ortamın rengine giren, orada kaybolan pasif şahıslar değil, bulunduğu ortama renk veren aktif ve cezbedici şahsiyet olmak ve bu şahsiyete sahip insan yetiştirmektir görevimiz. Cihad ve irşad anlayışından uzak, tebliğ sorumluluğunun farkında olmayan, iyilikleri çoğaltma ve kötülüklere engel olma bilincini kaybetmiş insanlar bir müddet sonra bukalemun olurlar. Sorumluluğumuz kendi surlarımızı korumaktır.
 
İslam’ı yaşayan, onu dert edinen insanlar kalıplarına sığamazlar, yerlerinde duramazlar. Etraflarına da İslam’ın güzelliğini sunmak isterler.  Böylece İslam halka halka, adım adım toplumun ve hayatın tamamına yayılır. Surda açılan gedik yavaş yavaş genişler.
 
Şahsiyetimizi ve davamızı koruyan surlarımıza sahip çıkmalı ve hayatta gedik açmayı gaye edindiğimiz surlarımız olmalı vesselam…
 
Ahmet YAPICI