“Bir insanın değeri, okuduğu kitapların değeri ile ölçülür.” Herbert Spencer
Sık sık vurgulandığı gibi, insanın temel iki özelliği vardır. Bunlardan birincisi, kendi tercihleri ve iradesiyle bireysel davranışlarda bulunabilmesi, diğeri ise, bir toplum içerisinde yaşaması zorunluluğundan dolayı toplumsal davranışlar sergilemesidir. Bu sıralamadaki bireysellik önceliklidir, yani alt yapıyı kişiye özgü davranışlar belirlerken, üst yapıyı toplumsal normlar ve idealler belirler.
İnsanın, hem kendi var oluşunun anlamını gerçekleştirebilmesi hem de içinde yaşadığı toplumda ‘ideal birey’ olabilmesi yani toplumu-na ve tüm insanlığa bilgi, davranış ve değer olarak katkılarda bulunabilmesi için üç ögenin birlikteliği gerekmektedir; okumak, düşünmek ve fikir alışverişi yapmak.
Aristo’nun ifadesiyle, “okuyup yazanla okumayan arasındaki fark, ölü ile diri arasındaki fark gibidir.” Çünkü okumak, hayatın kabuğu-nu yeniden çatlatmaktır. Benjamin Franklin’e göre, “Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve bu gafletten doğacak felâket azal-maz.” Peki, niçin bazı insanlar veya bazı milletler çok okuyor da, diğerleri okumuyor? Bu sorunun pek çok cevabı olabilir. Ancak söylene-bilecek bütün cevapların kaynağı, insan olarak sizin veya toplum olarak herkesin gelecek tasarımına yönelik bir derdinin olup olmadığıdır. Çünkü insan dertten okur. Milletin de derdi ne kadar çoksa o kadar okur, kendi maneviyatı ve bilinciyle meşgul olur.
Ülkemizde basılan ve okunan kitap sayısını diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda, kendi maneviyatımız ve bilincimizle ne kadar meşgul olduğumuz ortaya çıkacaktır. Kitap, Batılı bir insanın ihtiyaç listesinde 18. sırayı alırken, Türk insanının ihtiyaç listesinde 224. sırada yer almaktadır. Yapılan istatistiklere göre; Amerika’da 1000 kişiye 3000 kitap; Almanya’da 2700 kitap; Rusya’da 700 kitap düşerken Türkiye’de 1000 kişiye maalesef sadece 7 kitap düşmektedir. Japonya’da 1 kişi yılda ortalama olarak 6 kitap okurken, Türkiye’de 6 kişi 1 kitap okumak-tadır. Bu tür istatistikî sonuçları çoğaltmak mümkündür.
Osmanlı, kültür ve medeniyetini kütüphaneler dolusu eserleriyle, sadece bölgesinde değil, tüm dünyaya taşımış; ilim, kültür, irfan ve medeniyette tarihe tanıklık ederek insanlığa örnek olmuştur. Bu neslin torunları olarak ülkemizdeki kitap okuma oranlarının son derece yetersiz olması, başta aydınlarımız ve yöneticilerimiz olmak üzere, okuma-yazma bilen herkesi düşündürmelidir.
Dertlenmek, işte asıl sorun bu... Necip Fazıl Kısakürek, çilesi çekilmemiş, bedeli ödenmemiş, derinlikten yoksun olarak sloganlaşmış her türlü yaklaşıma şu beyitleriyle karşı çıkmaktadır:
“Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı,
Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı.”
İnsanın ve toplumun, içinde yaşanılan zamanın sıkıntılarıyla dertlenmesi ve çözüm yolları için çareler düşünmesi ve geleceğe yönelik beklentilerin yüce bir ideale dönüşebilmesi, kısacası fikir sancılarının çekilebilmesi, bir medeniyet problemidir. Hem bedeninizle hem de ruhunuzla içerisinde yaşadığınız medeniyet havzasının geçmişi, bugünü ve geleceğiyle ilgili fikrî plânda gayretleriniz yoksa günübirlik ya-şıyorsunuz demektir. Böyle bir insanın statüsü ve maddî durumu ne olursa olsun sonuç değişmez. Alman düşünürü Goethe, üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insanın, günübirlik yaşamaya mahkûm olduğunu belirtmektedir. Unutmayalım ki, tarihî derinliği olan kültür ve medeniyetimizin gelişmesi, kitaplarda ve zihinlerde bulunan fikirlerin işlerlik kazanması ile mümkündür.
Ayrıca toplumun temel dinamiklerinden biri olan kültürün, ifade edildiği ve yaşatıldığı maddî ve manevî unsurlar vardır. Kültür ve medeniyetin yapıcısı olan insanın ruh dünyası, zihni, manevî bir faktör olarak kabul edilebilir. Maddî unsurların başında ise, sanatın bi-zatihi kendisi ve sanatın ürettiği eserler ile kültürü taşıyan kitaplar gelmektedir. Kültür, gelecek nesillere öncelikle kitaplar ve sanat eserleri ile aktarılmaktadır.
Kültür ve medeniyet, kendisini oluşturan maddî ve manevî unsurların birlikte değerlendirilmesiyle anlam kazanır. Plether’in şu sözü kanaatimizi desteklemektedir: “Yetişen zekâları kitaplarla beslemeyen milletler hüsrana mahkûmdurlar.” İnsan, zihin dünyasını kitaplar ile olgunlaştıracaktır. Kitaplar ile örülü bir dünyada, içinde yetiştiği toplumu ve çağı değerlendirebilen ‘kaliteli’ insan, üreteceği kalıcı eserler ile tarihte yer alacaktır. Bundan dolayıdır ki, “Kitaplar akıllı kişilerin bahçeleri, faziletli kişilerin güzel kokulu çiçekleridir.” (Hz. Ebubekir r.a)
Kitaplar, hangi kültürde ortaya çıkmışlarsa o kültürün birer bahçeleridir. Kitapla diyalog kuran, hatta hayatını onunla örebilen insan, meyvelerini yetiştireceği bahçesine kavuşmuş demektir. “Kitap, insanın cebinde taşıdığı bahçedir.” (Atasözü) “Bir bahçen ve bir kitaplığın varsa, hiçbir eksiğin yok demektir.” (Çiçero)
Kitap, hürmet ister. O, ideallerle donanmış insanın yüce hedeflere varmasını sağlayan bir araç bile olsa, kullanılıp atılacak bir ‘nesne’ değildir. Cemil Meriç’in satırlarına giren şu anekdota dikkat edelim: “San Cassino’da çile dolduran Machiavelli, akşamları kütüphanesine girerken kirli elbiselerinden sıyrılır, bir tacidarın huzuruna çıkar gibi özenle giyinirmiş. Sonunda kendi de kitap oldu.”
Kitap, insana yeni ufuklar açar. Bir başka ifadeyle, elimize aldığımız kitabı yazan kişinin ufuklarında dolaşmamızı sağlar. Her kitap bir tecrübenin ürünüdür. Yazarların yaşadığı tecrübelerin idraki, insanı ufuklar ötesi sonsuzluğa kadar götürebilir. Dolayısıyla kitap okumak, hayatın kabuğunu yeniden çatlatmaktır. Franz Kafka’nın bir sözü de bu fikri vurgulamaktır: “Her iyi kitap, içimizdeki donmuş değerleri parçalayan bir araçtır.”
Hedefimiz, örnek yazarı keşfetmek olmalıdır. Kendimize, ruh iklimimize seslenebilen yazar, bizlere okumayı da sevdirebilir. “Örnek okur ancak örnek yazarı keşfettiğinde ve onun kendisinden istediklerini anladığında (ya da yalnızca anlamaya başladığında) tam anlamıyla örnek okur hâline gelecektir.”(Umberto Eco)
Doç. Dr. Ahmet Albayrak
Kaynakça: DİB Yayınları, Kitap Medeniyeti: Syf: 6-7